23 Kasım 2008 Pazar

ATATÜRK’Ü ANLAMAK

Atatürk’ü yeni kuşaklara anlatabildik mi? Anlatılmış olsaydı.AB-D’nin oyunları,hileleri ve dayatmaları karşısında gençlik bugünkü gibi tepkisiz kalır mıydı ? Atatürk Gençliğe Hitabesinde ; “Ey Türk Gençliği birinci vazifen Türk İstiklalini,Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur…”derken ;gençlik,acaba bu sözlerden bir anlam çıkartabiliyor mu?

Bugünü anlamak için Osmanlının son dönemlerini kısaca hatırlamaya çalışalım.20.Yüz yılın başlarında Bulgaristan bağımsızlığını ilan eder ve Osmanlıdan kopar, Avusturya ;Bosna ve Hersek’i kendisine katar, Girit Yunanistan’la birleşir.Yemende ve Arnavutluk’ta büyük isyanlar başlar.İtalyanlar Trabulusgarp’a asker çıkartır.Bir yıl sonrada balkan devletleri birleşerek,Osmanlı Devletine savaş açarlar.Balkan harbi çok büyük yenilgiyle sonuçlanır.Bu savaşın yaraları sarılmadan Birinci Dünya Savaşı patlar İtilaf devletlerinin yani Osmanlının yenilgisiyle savaş sonuçlanır. Yapılan ateşkes antlaşması sonucu da memleket İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanistan arasında bölüşülür.

Bu yenilgilerin birden fazla nedeni olmasına karşın bunlardan en önemlisi üzerinde durmak istiyorum.

Tanzimat Devri ile başlayan Batı’dan kredi alma Batı’ya borçlanma ve bu yolla kalkınma umutları, Osmanlının sonunu hazırlamıştır. Devlet aldığı borçların faizlerini ödeyemez hale gelmiştir. Bunun sonucunda 1872’de Abdülhamit “Düyunu Umumiye”(genel borçlar)idaresini kabul etmek zorunda bırakılmıştır.Yapılan anlaşma ile Fransa,İngiltere,Almanya,İtalya,Avusturya ve Hollanda gibi devletler Osmanlının önemli gelir kaynaklarını işletme hakkını ele geçirdiler. Osmanlı sanayinin tümü,önemli maden işletmeleri,demiryolları,limanlar,sulama kuruluşları,bankacılık, sigortacılık,deniz taşımacılığı,büyük tarım işletmeleri,tütün ekimi ve işletmesi v.s. Bu işletmelerin gelirleri Duyunu Umumiye’ye gitti.Osmanlının geliri borçlarının faizini bile ödeyemez oldu.Borç gittikçe büyüdü.Yabancı Borçlar dairesi 4000 memur çalıştıran dev bir kuruluş haline gelerek elde ettiği kazançla Japonya ve İtalya’ya krediler açarken,Osmanlı bir taraftan İtalya ile savaşıyor, diğer taraftan öz kaynaklarını düşmana aktararak düşmanın ordusunu güçlendiriyordu.Büyük bir çelişki değil mi? Bu durum Osmanlının yıkılıp Cumhuriyetin ilanına kadar devam etti.

Bugün de, 20.yüz yılın başlarında sahneye konan senaryonun benzeri oynanmaktadır.Dün Osmanlının sonunu hazırlayan figüranlar,bugün Türk Devleti’nin sonunu hazırlamakla meşguldürler.Dün zoraki yapmaya çalıştıklarını bugün kuzu postuna bürünerek demokrasi kılıfı altında kendi elimizle bize yaptırmaya gayret ediyorlar..

Taktik bilinen eski taktik (!).Türk Devletini borçlandırmak… İç ve dış borcumuz milyar dolarlarla ifade ediliyor..Her doğan Türk çocuğu için 5000 dolar borçla dünyaya gözlerini açtığı haberleri gazetelerin ekonomi sayfalarında yer alıyor.

Taleplere gelince yine bildik talepler...

KKTC’nin varlığının sona erdirilmesi, Ermeni soykırımının kabulü,ardından Ermenilere manevi tazminat ve toprak taleplerinin karşılanması ,Doğu Karadeniz bölgesinde Potnus devleti kurma ,Güneydoğunun Türkiye’den koparılarak kuzey Irakta kurulan kürt oluşumuyla birleştirilmesi,Boğazların devletler arası bir komisyona bırakılması,Ege kıta sahanlığı,.İstanbul’da Ortodokslar için Vatikan benzeri bir devletçik kurma,yer altı ve yer üstü zenginliklerinin yabancı işletmecilerin emrine verilmesi,ülkenin stratejik öneme sahip sanayi,haberleşme,ulaşım ve endüstri kuruluşlarının yabancılara devri,bankacılık sektörünün el değiştirmesi,tarım ve hayvancılığın yabancı kontrolüne alınması,turizme elverişli yerlerde koloniler kurma ve bu yörelerdeki turizm işletmeciliğinin zaman içerisinde el değiştirmesi, misyonerlik faaliyetleri , kültürel ve kimlik kargaşasıyla Türk milletinin her türlü dış tepki reaksiyonlarının kontrol altına almak için psikolojik etkisizleştirme çalışmaları;şeklinde özetlene bilir.

Yazıya başlarken ifade ettiğim gibi , Atatürk’ü anlamak; onun deneyimlerini,görülerini uygulama ve yorumlamadan geçtiği idraki ile mümkündü.

O bağımsızlığı şöyle tanımlamaktaydı:

….”Tam bağımsızlık denildiği zaman doğal olarak siyasal, mali, ekonomik,yargısal,askeri ve bunlar gibi her konuda tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir.Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksun olmak,ulus ve ülkenin gerçek anlamda bütün bağımsızlığından yoksun olması demektir”

Atatürk İzmir’de yapılan 1.İktisat Kongresinde ulusa şöyle sesleniyordu:

“Ulusumuz ,elde ettiğimiz büyük zaferlerden daha önemli bir görevin ardındadır.O zaferin kazanılması ,ulusumuzun ekonomi alanındaki başarısıyla olacaktır.”

“Tam bağımsızlığı sağlayabilmek için tek gerçek güç,en güçlü temel, kesinlikle ekonomidir.””Ekonomik savaş,sürüyor.Uzun sürecektir.Ama bunu da kesinlikle kazanacağız”

“Efendiler,görülüyor ki bunca kesin ve yüksek bir askeri zaferden sonra bile bizi barışa kavuşmaktan alıkoyan neden,doğrudan doğruya ekonomik nedenlerdir;ekonomik düşüncelerdir.Çünkü bu devletin,bu ulus,ekonomik egemenliğini elde ederse,öylesine güçlü bir temel üzerinde yerleşmiş ve yükselmeye başlamış olacaktır ki artık bunu yerinden kımıldatmak olanağı kalmayacaktır.işte düşmanlarımızın, gerçek düşmanlarımızın uygun bulmadıkları,bir türlü olur demedikleri şey budur”

Bekir Tünay “Gazinin Milli Mücadele Destanı” adlı kitabın önsözünde şöyle demekte.”..Atatürk adında; özgürlük,bağımsızlık uygarlık,insanlık ve milliyetçilik yatıyor.Bu gerçeği anlamayanlar ne Atatürk’ü bilebilirler,ne sevebilirler ne de hizmet sorumluluğunun şerefine bilincine erebilirler.

Acı,ama gerçek.

Dünya Atatürk’ü bizden iyi bilmektedir.

Yazık, yazıklar ki bize,onun dediklerini anlayamamış,anlasak bile yüreklerimize sindirememişiz.Bilenler,anlayanlar yeni kuşaklara anlatmamışlar.Oysa bu yüce ve soylu bir görevdi.Ya görevin bilincine eremedik ya gerçeğin idrakine varamadık ya da kaygısızlığın perişanlığını yaşadık.

Atatürk en büyük gerçektir.

Onu bilmek,anlamış olmak değildir.”Atatürkçüyüm” demek de,Atatürkçü olmaya yetmez.Önce ,onun ömür boyu çabalarını kavramak gerek.Üç kişinin bir fikir üzerinde birleşemediği bir devirde,bir milleti” Milli Mücadele Ruhu” etrafında toplamak.Ve de bu ruhun bilincine erdirme gücünü,hayat veren bir nefes olarak iliklerimize kadar çekmek gerek…Bir devri bütün şartlarıyla anlamak zorundayız.Aksi halde ,ne milletin büyüklüğünü kavrayabiliriz.Ne Atatürk ilkelerinin sapmaz ve sarsılmaz yolcusu olmak mümkün..Ne de Atatürkçülük idealinde içten olabiliriz.

“Atatürkçüyüz” diyenler,bir düşünün.Daha doğrusu milletçe düşünelim.Okuduk mu onun büyük nutkunu?Meclis konuşmaları üzerine ciddiyetle eğildik mi?Yıllar yılı halkın arasında neler söyledi.onlara eğildik mi?...Yöneticiler onu anlayamadığı için,hızdan,heyecandan yoksun.Millete hizmetin şerefliliği unutulmuş gibi.Bir bencillik elinde oyuncak olmuşuz.Çıkar alanlarında,sonu gelmeyen koşullar.Millet sorunlarının yüceliği önceliği yitirmiş.”

Ya aydın yaftasına bürünerek,Atatürk’ün ismini bile anmaktan uzak duranlar,resimlerine tahammül edemeyenler..Fikir özgürlüğü savunucuları olup ta,fikir sahibi olmayanlar…Ülkenin içinde bulunduğu durumu görmezlikten gelerek,hainlerle, işbirlikçilerle; işbirliği içinde olanlar.Sizi ne tarih nede Yüce Türk Milleti affedecektir.

Atatürk, Kırşehir’de halka seslenirken Namık Kemal’in ünlü iki dizesini değiştirerek okumuştu:

Namık Kemal

“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini

Yok imiş kurtaracak bahtı kara mâderini” derken..

Atatürk’te şöyle sesleniyordu

“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini

Bulunur kurtaracak bahtı kara mâderini”

Gücümüzü Atatürk’ten ”muhtaç olduğumuz kudreti damarlarımızdaki asıl kandan” alarak her türlü güçlüğün üstesinden geleceğimize inanıyorum.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

16.12.2006

T.Fikret BİLGİN

www.kuvvaimilliye.com

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi