HER TELDEN MAİL ARSİVİ

28 Ocak 2013 Pazartesi

Salondan gelen golcü: Beykan Şimşek

Henüz 15 yaşında olmasına rağmen Fenerbahçe A2 takımında forma giyiyor. Millî Takım'da da kulübünde de kendisinden büyüklerle oynamaya alışmış. Özgüveniyle öne çıkan, iyi bir santrfor olmanın yanı sıra orta sahada da görev alabilen genç oyuncu, saha dışında da çok yönlü bir insan olmaya çalışıyor. Futbolcu bir babanın ve basketbolcu bir annenin oğlu olarak iyi bir basketbolcu olma yolunda ilerlerken keskin bir virajla futbolu seçen, genç bir yıldız adayının öyküsü bu.

Röportaj: Ceyla Kütükoğlu / TamSaha

Futbola Isparta'da başladığını biliyoruz ve şimdi Fenerbahçe'nin oyuncususun. Bu süreç nasıl gelişti?


Isparta Gençlerbirliği'nde oynadım. Antrenörüm babamdı. Küçük yaşlarda bir süre basketbol da oynamıştım. Ama futbol oynamayı daha çok istiyordum. Danone'nin okul karmaları için Antalya'da seçmelere gittim. Antalya'daki seçmelerin ardından Riva'da yapılacak olan bölge karmalarına seçildim. Akdeniz Bölgesi Karmasıyla orada şampiyon olduk. Ondan sonra Harun Hoca beni Fransa'ya gidecek gruba aldı. Fransa'da üçüncülüğü elde ettik. Ondan sonra zaten birçok takımdan teklif geldi. Benim en çok göz önünde bulundurduğum Beşiktaş ile Fenerbahçe'ydi. Önce Beşiktaş'a gittik. Ama benim içimde Fenerbahçe isteği ve sevgisi vardı. Dolayısıyla Fenerbahçe oldu. Dört sezondur da Fenerbahçe'deyim.


Baban eski bir futbolcu, annen ise eski basketbolcu. Sen de bir dönem basketbol oynamışsın. Futbola geçişin nasıl oldu? Nasıl karar verdin?


Basketbol benim hobimdi. Hâlâ da oynuyorum. Basketbol oynadığım dönemde Efes Pilsen'den teklif gelmişti. Aslında Danone Kupası olmasaydı, basketbolcu bile olabilirdim. O, benim dönüm noktam olmuş olabilir. O kupadan sonra basketboldaki teklifi kabul etmedim. Basketbolda başarılı olmam da beni cesaretlendirdi. Isparta gibi bir yerde basketbolda İstanbul takımlarının ilgisini çekebiliyorsam, çok daha popüler olan futbolda da yapabilirim diye düşündüm.

Mayıs ayında U17 Avrupa Şampiyonası'nda oynadın. Orada kendinden iki yaş büyük oyuncuların arasındaydın. Senin için nasıl bir deneyimdi, neler yaşadın?


Avrupa Şampiyonası'ndan önce U16 Coca-Cola Akademi Ligi finallerinde oynuyordum. U17 Milli Takımı Teknik Direktörü Abdullah Ercan ile antrenör Hasan Gültang o finalleri izlemeye gelmişti. Sanırım oradaki performansımdan dolayı seçildim. Abdullah Hocaya da çok teşekkür ederim. Çünkü iki yaş büyük bir gruba çağırdı beni. Hem bana hem de yeteneğime güvendi. Çok fazla oynama şansı bulamadım. Ama orada bulunmak ve o turnuvayı yaşamak tabii ki çok önemliydi. Özgüvenim üzerinde de çok olumlu etkisi oldu.


Şimdi daha da ileriye giderek A2 Ligi'nde kendine yer buldun. Bu seni nasıl etkiliyor? Üzerinde bir baskı oluşturuyor mu?


Baskı yok. Hocalarım zaten kendime ve yeteneklerime duyduğum özgüveni korumama yardımcı oluyor. Benimle olan ilişkileri, davranışları, konuşmaları kendime güvenimi sağlıyor. A2 Ligi'nde çok zorluk çekmiyorum. Bazen fiziksel açıdan problemler oluyor ama futbol anlamında zorlanmıyorum.


Hakan Şükür'e benziyorum


Kendine örnek aldığın birisi var mı? Mesela Wayne Rooney de senin gibi küçük yaşlarda daha üst kategorilerde oynuyordu. Sen hangi oyuncuları beğeniyorsun?


Açıkçası Wayne Rooney'i fazla beğenmiyorum. Futbol anlamında iyi olduğunu inkâr edemem ama bana göre problemli birisi. Ne kadar iyi futbolcu olursa olsun sahada kontrolsüz hareketleri var. İzlediğim kadarıyla, rahat değil. Sabırlı oynamıyor. Hep bir endişe içerisinde, hep bir korkusu var. Dünya Kupası'nda da takım olarak kötü bir sonuç aldılar. Ben kendime David Villa'yı ve Drogba'yı örnek alıyorum. Türk oyunculardan da Hakan Şükür. Özelliklerimiz biraz benziyor.


Mevkiinin yeni belli olduğu bir yaştasın. Millî Takım'da sağ açık, kulübünde santrfor oynuyorsun. Kendini hangi mevkide daha rahat hissediyorsun? 9 numarada ısrarcı mısın yoksa farklı mevkilerde de oynayabilir misin? Kendini çok yönü bir oyuncu olarak tanımlıyor musun?


Evet, kendimi çok yönlü bir oyuncu olarak görüyorum. Tabii orta sahanın her yerinde ve santrfor oynayabilen bir oyuncuyum. Farklı mevkilerde oynayabileceğime inanıyorum ama hocalarımın beni nerede oynatacağına ben karar veremem. Onlar beni nereye koyarsa, o bölgede verebileceğimin en iyisini vermeye çalışırım. Ama kendimi santrforda daha iyi görüyorum. Farklı bölgelerde oynamanın gelişimime de çok katkısı var. Çünkü orada oynamak için gerekli özellikleri de kapabiliyorum. Mesela sağ açıkta oynarken edindiğim dripling özelliği, santrfor oynarken topu önüme aldığım zaman çok işime yarıyor. Ya da defansif anlamda kendimi geliştirebiliyorum. Çünkü sağ açıkta görev aldığınızda hem savunmada hem de hücumda oyunun iki yönünü de oynamak zorundasınız. Oyun bilgisi anlamında da çok fayda sağlıyor. Aslında ben küçük yaşlarda okul takımlarında kaleciydim. Kaleciden santrfor oldum ben. Çok dolaştım yani. Sahanın her yerinde oynamış olmak çok yönlü düşünmemi sağlıyor. Mesela arkamda oynayan oyuncunun ne yapacağını daha iyi anlıyorum.


Futbol hayatında seni etkileyen, seni destekleyenler kim?


İlk önce ailem, özellikle de dedem çok arkamda durdu. Fenerbahçe'deki ilk hocam Semih Özü ve Şenol Çorlu çok arkamda durdu. Millî Takım'da Abdullah Ercan ve Turgay Biçer, ayrıca Kenan Öner beni destekleyen isimler.


TFF'nin Futbol Köyleri projesinin ilk yılında Van Futbol Köyü'ne katıldın. Orada nasıl eğitimler aldın, neler yaşadın?


Orada aldığım eğitimlerden çok öne çıkan şey arkadaşlıktı. Türkiye'nin farklı yerlerinden, farklı kültürlerden gelen arkadaşlarım oldu. Onlarla tanışma, arkadaşlık kurma fırsatım oldu. Hep iç içeydik, herkes birbirini tanıdı. Orada olmak çok farklı ve güzel bir duyguydu.


Eski yapı değişiyor


Büyük takımlarda genç oyunculara çok fazla yer verilmiyor. Ama son dönemde sanki bu olumsuz atmosferde bir iyileşme gözleniyor. Sence genç oyuncular göze girebilmek için neler yapmalı?


Oyuncu yeteneklerine güveniyor ve üst liglerde oynamak istiyorsa, bunu başarabileceğine inanıyorsa engelleri aşabilir. İlk önce çok çalışmak gerekiyor. Çalıştıktan sonra arkası kendiliğinden gelir. Tabii iş sadece oyuncularda bitmiyor. A takımlardaki teknik adamların mantalitesi ve genç oyunculara ne kadar önem verdiği de önemli. Örneğin Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe'ye gelmesinden sonra mantalite ve oyun anlayışı çok değişti. Okan'ın, Gökay'ın A takıma yükselmesi bizim için büyük umut oldu. Daha önceden hocalar altyapı maçlarını izlemezlerdi. Ama Aykut Hoca ve ekibi tüm yaş gruplarındaki maçları takip ediyor.


Fenerbahçe uzun yıllar altyapısından fazla oyuncu yetiştiremedi. Ama son dönemde Okan Alkan gibi altyapıdan gelip A takımda oynayan oyuncular var. Onların geldikleri nokta senin de hedeflerini etkiliyor mu? Geleceğe dair neler umut ediyorsun?


Önceden altyapıdan oyuncular için bir engel vardı. Oyuncular isteksizdi, "Ne olursa olsun yukarıya çıkamayacağım" diye düşünüyorlardı. "6 senede 2 oyuncu çıkmış, ben mi çıkacağım?" diyorlardı. Ama artık o eski yapı değişiyor. Genç oyuncular çok çalışarak ve inanarak A takımda oynayabileceklerini düşünüyor. Hepimiz "Biz de çıkabiliriz" diyoruz. Bu nedenle daha çok çalışıyoruz, daha iyi olmaya uğraşıyoruz.


Türkiye'de genç yaşta parlayıp sonradan kaybolan oyunculara fazlasıyla şahit olduk. Ara sıra o oyuncuların nerede hata yaptığını düşünüyor ve kendine farklı bir yol çizmeye çalışıyor musun?

Çok yetenekli olup başarılı olamayan oyunculardan hocalarımız hep bahsediyor. Futbol sadece bilgi veya yetenekle oynanabilecek bir oyun değil. Kişilik de önemli. Hem genel anlamda hem de sahada. Bazı oyuncular sakatlıklar, bazısı kişiliği ve yaşantısı, bazısı da düşünceleri yüzünden iyi futbolcu olamıyor. Düşünceden kastım korku ve endişe. Kendilerine güvenleri yok.

Henüz kariyerinin başındasın. Kendinde eksik gördüğün veya antrenörlerinin geliştirmen konusunda seni uyardığı ne gibi unsurlar var? Bunları geliştirmek için neler yapıyorsun?


İyi bir futbolcu olmak istiyorsanız, eksik noktalarınızı belirleyip onların üzerine gitmeniz ve geliştirmeniz gerekiyor. En iyi özelliğim olmasına rağmen zaman zaman tayming konusunda sıkıntı yaşıyorum. Özellikle hava toplarında zamanlanmayı ayarlamaya çalışıyorum. Son vuruşlarım biraz kötü. Dar alan ve zor zamanlardaki tekniğimi de geliştirmem gerektiğini düşünüyorum. Bunun için zor pozisyonlarda çabuk düşünme yeteneğimi geliştirmem gerekiyor.


Çabuk düşünebilmenin önemine değindin. Top gelirken bir sonraki hamlede ne yapacağını düşünüyor musun? Yoksa topu kontrol ettikten sonra mı düşünüyorsun?


Bu zaten Türk futbolcusunun en büyük eksikliği. Top gelmeden düşünmek lâzım. Bunu çok yapamıyoruz. Çabuk düşünmek gerekiyor. Çünkü bir saniyelik düşünce takıma gol kazandırıp, kaybettirebiliyor. Bu da beyinde bitiyor, çabuk düşünüp hızlı hareket etmek gerekiyor.


Hem kendinle hem de futbolumuzla ilgili genel sorunları tespit edebilmişsin. Bu düşündüklerini sahada uygulayabiliyor musun?


Tabii ki bazı şeyleri öğrendim deyince öğrenmiş olmuyorsun. Bilgiyi uygulamaya geçirmeyi başardığın zaman senin oluyor, sende kalıyor. Öğrendiğimiz bilgiler bir havuzda ama altında delik var. Tekrar etmezsen, uygulamazsan o delikten düşüyor ve kayboluyor.

Top cambazlığı ile teknik farklı


Tekniğini geliştirmek için neler yapıyorsun?

Bence Türkiye'de teknik oyuncu ile top cambazı karıştırılıyor. Teknik sadece topu alıp üçü kişiyi geçmek veya güzel hareketler yapmak değil. Oyun bilgisi de bir tekniktir. Pas açısı, top gelmeden bir sonraki hamleyi düşünebilmek, top kontrolü, ara paslar… Bunlar oyuncunun tekniğini belli eden unsurlar. Ben de bunlar üzerine çalışıyorum.

Tekniğin için özel çalışmalar yapıyor musun? İki ayağını da kullanabiliyor musun? Ya da diğer ayağına yükleniyor musun fırsat buldukça? Bir de kafa toplarında iddialısın. Bu sıçrama yeteneği basketboldan gelen bir özellik mi?


İki ayağını kullanabiliyor olmak bir forvet açısından çok önemli. Gerçi her oyuncu açısından önemli. Çalışmayı hocalarımızla da yapıyorum, bireysel anlamda da yapıyorum. Geliştirmeye çalışıyorum. Atletik yapım ailemden geliyor. Babam voleybolcuymuş. 17 yaşında futbola başlamış ve profesyonel olmuş. Annem de atletmiş, sonradan basketbolcu olmuş.


U17 Millî Takımı ile Avrupa Şampiyonası elemelerini geçtiniz. Sen de Çek Cumhuriyeti maçında üç gol attın. Elit Tur ve finaller için neler düşünüyorsun?


Finallere gitmemiz zor olacak demeyeceğim. Çünkü çok iyi bir takımımız var. Çok yetenekli oyunculara sahibiz. Herkes bunu biliyor. Yapabileceğimizi biliyoruz. Elemelerde İzlanda'ya yenilmemize rağmen toparlanmayı bildik ve turu geçtik. Elit Tur'da kimlerle oynayacağımızı henüz bilmiyoruz. Rakiplerimiz Ocak'ta belli olacak. Ama kim gelirse gelsin, rakibimizi ne küçümseyeceğiz ne de kendimizden büyük göreceğiz. İyi ve yetenekli bir takım olduğumuzun bilincinde maçlara çıkacağız. Elit Tur'u geçerek Avrupa Şampiyonası finallerine gitmeyi, oradan da Dünya Şampiyonası'na katılma hakkını kazanmayı istiyoruz.


Eğitimine devam ediyor musun?

İdmanlar ve maçlar nedeniyle zor da olsa devam ediyorum. Hem antrenörlerim hem de okuldaki öğretmenlerim bu konuda yardımcı oluyor. Liseye başlarken açık öğretim okudum. Gördüm ki okul çok önemli. Liseyi dışarıdan bitirmeye çalışmak bir sene kaybettirdi bana. Millî Takım'da olduğum için üniversitelerin Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu bölümlerine girebiliyorum. Üniversite okumayı tabii ki düşünüyorum. Çünkü eğitim çok önemli. Futbol hayatında her şey olabilir, sakatlık olabilir. Bir mesleğin olması, yapabileceğin başka bir şeyin olması gerekiyor. En kötü ihtimalle BESYO'da okuyacağım.


Boş zamanlarında neler yapıyorsun? Kitaplarla aran nasıl?

Kitap okumayı gerçekten çok seviyorum. Çok kitap okurum. Şu anda Desmond Morris'in Çıplak Maymun kitabını okuyorum. Ondan önce de kişisel gelişimle alâkalı bir kitap okumuştum; Kendi Kutup Yıldızını Bul. Müzik tarzım ise biraz farklı. Yabancı müzik dinliyorum genelde. Rap ve Hip-Hop ağırlıklı şeyler. Jay Z, Reggie, Akon, 50 Cents dinlemeyi seviyorum. Şu sıralar İngilizce kursuna gitmeyi düşünüyorum. Bir de break dans yapmak istiyorum. Futbol haricinde şeyler denemek istiyorum çünkü tek yönlü bir insan olmak istemiyorum. Futbolculuğumun dışında başka yönlerimin de gelişmesini arzu ediyorum.


En büyük hayalin ne?

İlk önce Fenerbahçe A takımında kalıcı olmak, ülkemin Millî Takımı'na hizmet edip hafızalara kazınmak, sonra yurtdışına gidip orada kalıcı olabilmek ve unutulmaz bir futbolcu olmak en büyük hayallerim.

01.12.2010

http://www.tff.org/default.aspx?pageID=286&ftxtID=11372

KÜRESEL ISINMA 61

D E N İ Z L E R İ M İ Z VE U Z A N T I L A R I

MARMARA DENİZİ - KÜÇÜKÇEKMECE GÖLÜ

DEĞERLİ DOSTLAR; KARALARDAKİ SULAK ALANLARIMIZDAN SONRA BAKALIM DENİZLERİMİZ NE DURUMDA ?

ÖNCE MARMARA DENİZİ
BU DENİZİMİZ ÇEVRESİNDEKİ YERLEŞİM BİRİMLERİNDEN VE SANAYİ TESİSLERİNDEN 1 GÜNDE 3 MİLYON METRE KÜP
KİRLİ SU DEŞARJ EDİLDİĞİ SANILAN BİR İÇ DENİZ NE DURUMDA OLURSA ,O DURUMDA.
DENİZ DEMEK MÜMKÜN DEĞİL ADETA BİR FOSSEPTİK ÇUKURU.TAHMİN DENİYOR , ÇÜNKÜ EKLENTİDE GÖRECEĞİNİZ GİBİ;
" ELDE SAĞLAM VERİ OLMADIĞINDAN " SÖZÜ GEÇİYOR.
DENİZE ÖNEM VERİLMEZSE,GEREKLİ ÖLÇÜMLER DE YAPILMAZ VE ELDE VERİ DE OLMAZ TABİİ Kİ !
ÇÜNKÜ KOSKOCA DENİZ BU , HİÇ KİRLENİR Mİ ?

MARMARA DENİZİ KUMLARININ AĞZINI KAPAYARAK GÖL HALİNE GETİRDİĞİ KÜÇÜKÇEKMECE GÖLÜ İSE BİR FELAKET.
HER YIL BELLİ ARALIKLARLA TOPLU BALIK ÖLÜMLERİ YAŞANIYOR.

NEYSE Kİ BELEDİYE BAŞKANIMIZ KİRLİLİĞİN NEDENİNİ BULMUŞ !!!!!

BU BAŞKANIN SÖZÜNÜ ETTİĞİ EŞKİNOZ VE SAZLI DERELERİ KENDİSİNİN SORUMLULUK SAHASINDA.
SADECE BUNU BELİRTİYORUM.BAŞKA SÖZE GEREK YOK.


Atatürk'e Göre Türk Kimdir?

Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne yedi bin senelik bir Türk beşiğidir.

Beşik, tabiatın rüzgârlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu.

Sonra onlara alıştı. Onları babası tanıdı. Onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu, tabiat oldu. Şimşek, yıldırım, güneş oldu. Türk oldu.

Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.

(Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri Syf: 180

Bir Makale --- ATATÜRK---

AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ, OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE
YAZMIŞ.

İNANILMAZ GUZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI
İYİ DE YAPMIŞ.

BOL MİKTARDA İLETELİM LÜTFEN...


Bu ülkede yasayan her insanin bağımsızlığını ve demokrasisini
borçlu olduğu
insan:

ATATÜRK...


Gençliğinde kot pantolon giyememiş.

Sevgilisinin elinden tutup
hasılat rekorları kiran bir sinema filmine gidememiş...
Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde, lüks uçak
şirketinin,
first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş...

Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej
esliğinde
Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu...
Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan
ayağında
spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş...
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren
mini etekli
ponpon kızlar da yokmuş...
Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den denize
döktükten sonra
timsah yürüyüşü de yapmamışlar...
Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not
alacağı bir
cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde
bulunacakları
da cep telefonundan öğrenememiş!
Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks
çekemeden,
İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden
gitti ..

Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra
arabaya atlayıp
sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur
atamadı.

Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.
Atatürk'e acıyorum...



Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir
dönemde dünyaya gel,

sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini
getir. Aaaah ah...
Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak,
babasının mersedesini alıp söyle bir Emirgan turu çekmek dururken...
Bunları yapmadı Atatürk...

Keyif çatmadı...
Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı...

ISTE ONUN IÇIN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK HER FIRSAT ELINDE VARDI. O ISE
SADECE
BU MILLETIN BAGIMSIZLIGINI ISTEDI.

BÜTÜN SUÇU

2 KADEH RAKI IÇMEKTI
O KADAR.....

Bir Makale --- ATATÜRK---

AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ, OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE
YAZMIŞ.

İNANILMAZ GUZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI
İYİ DE YAPMIŞ.

BOL MİKTARDA İLETELİM LÜTFEN...


Bu ülkede yasayan her insanin bağımsızlığını ve demokrasisini
borçlu olduğu
insan:

ATATÜRK...


Gençliğinde kot pantolon giyememiş.

Sevgilisinin elinden tutup
hasılat rekorları kiran bir sinema filmine gidememiş...
Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde, lüks uçak
şirketinin,
first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş...

Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej
esliğinde
Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu...
Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan
ayağında
spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş...
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren
mini etekli
ponpon kızlar da yokmuş...
Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den denize
döktükten sonra
timsah yürüyüşü de yapmamışlar...
Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not
alacağı bir
cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde
bulunacakları
da cep telefonundan öğrenememiş!
Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks
çekemeden,
İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden
gitti ..

Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra
arabaya atlayıp
sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur
atamadı.

Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.
Atatürk'e acıyorum...



Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir
dönemde dünyaya gel,

sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini
getir. Aaaah ah...
Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak,
babasının mersedesini alıp söyle bir Emirgan turu çekmek dururken...
Bunları yapmadı Atatürk...

Keyif çatmadı...
Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı...

ISTE ONUN IÇIN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK HER FIRSAT ELINDE VARDI. O ISE
SADECE
BU MILLETIN BAGIMSIZLIGINI ISTEDI.

BÜTÜN SUÇU

2 KADEH RAKI IÇMEKTI
O KADAR.....

31 Ağustos 2010 Salı

Elmanın da gen haritası çıkarıldı.


Bilim adamları, elmanın da genetik değişikliğe uğradığını düşünüyorlar.


Elmanın ilk kez gen haritasını çıkarmayı başaran bilimadamları, aralarında dinozorların da bulunduğu birçok türün yeryüzünden silinmesine yol açan felaketin ardından, hayatta kalabilmek için elmanın da genetik değişikliğe uğradığını düşünüyorlar.

İtalya’daki l’Instituto Agrario di San Michele all’Adige tarafından uluslararası düzeyde yürütülen ve NatureGenetics dergisinde bugün yayımlanan bir makaleye göre, 50 milyon yılı aşkın bir zaman önce "malus domestica"nın (elma) atası "Pyraea"nin genlerinde meydana gelen bir "duplikasyon" (bir kromozomun bir parçasının o kromozom üzerinde iki veya daha fazla sayıda tekrarla görülmesi şeklindeki kromozom anomalisi) kromozom sayısının 9’dan 17’ye çıkmasına neden oldu.

İtalyan, Fransız, Yeni Zelandalı, Belçikalı ve Amerikalı araştırmacılardan oluşan ekip, bu köklü değişikliğin, "rosaceae" ailesinden şeftali, ahududu ve çileğin 7 ila 9 kromozomu bulunurken, elmanın neden 17 kromozoma sahip bulunduğunu açıkladığını belirttiler. Bu duplikasyonun 50 ila 65 milyon yıl önce meydana geldiğini düşünen bilimadamları, "Bunun, özellikle dinozorların da aralarında bulunduğu diğer birçok türün yeryüzünden silinmesine yol açan kitlesel tahribe karşı bir hayatta kalma tepkisi olduğunu düşünüyoruz" dediler.

Kavak gibi başka türlerin de aynı zamanda benzer bir evrim yaşadığı belirtiliyor.

Araştırmaya katılan Yeni Zelandalı bilimadamları, elmanın gen haritasını çıkarmalarının ardından, artık tüketicilerin en çok tercih ettikleri çıtır çıtır, sulu ve tatlı elmayı belirleyen karakteristik genleri de ortaya çıkarabileceklerini belirttiler.

Türkiye’de özellikle ılıman bölgelerde çokça yetiştirilen ve tüketilen meyva olan elmanın gen haritasının çıkarılmasıyla ilk kez çilek, kayısı, şeftali, armut gibi birçok türün bulunduğu "rosaceae" ailesinden bir bitkinin gen haritası tamamlanmış oldu.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Mustafa Kemal Paşa esir olmuş..

Müslümanları, “İsmaililik” mezhebiyle dinden çıkaran sahte şeyh “Abdullah”...
İngilizlere hizmet için Kur’an üzerine yemin eden ve Mustafa Kemal’i öldürmek üzere görevlendirilen Hintli ajan Mustafa Sagir...
Haşmetlü İkinci Elizabeth Hazretleri’nin
(Türkiye gazetesinin başyazarı Yılmaz Öztuna böyle hitap ediyor!!! HK) Bursa’da Kur’anı Kerim dinlemesi...
“Majesteleri, size 71’de el sallamıştım” diyen Gül’e “Haç” nişanı takılması...
Gül’
ün, “İkinci Cumhuriyet ve Yeni Osmanlıcılık kavramlarının ve bu tartışmaların ortaya gelmesini ben çok sağlıklı olarak görüyorum ve geleceğe ümitle bakıyorum” demesi. (Bkz. Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri 3. İstişare Toplantısı. 1992)
Yeni Osmanlıcılık...
BOP, GOP...
Dinlerarası diyalog...
M edeniyetler ittifakı...
Washington’da “Hamdolsun”...
Ali Kemalci gazeteciler, çanak sorular...
Ecnebilerden “mandacı” açıklamalar...
Onları manşetlere taşıyanlar...
Financial Times, Washington Times ve Reuters’tan özel servis...


Siz, bunların ne anlama geldiğini düşünürken ben size tarihten bir yaprak daha sunayım...
Olur da bir gün ümitsizliğe kapılırsanız, tekrar tekrar okuyun...
İyi geleceğinden eminim.

“Akşam üstü gene beynimizin içinde aynı burgu, kalbimizin içinde aynı ağrı Büyükada’ya gidi-yordum. Aydınlık, ferah bir Ağustos akşamı... Köpüklü, uyanık ve neşeli bir deniz. Güverte, tıka basa dolu... Türkçe konuşmayanlarda, birbirinin sözünü kapan bir sevinç var. Sadece bu sevinç, bizi yıkmaya yeterdi. “Ne olmuştu?” diye sormaktan korkuyorduk.
Bir fena şey vardı. Kimseye bir şey sormaksızın onu zihnimizde hafifletmeye uğraşıyorduk. İhtimal durmuştuk. Belki de bir iki noktada gerilemiştik. Ordu bozulmamışsa bundan ne çıkardı? Yunanlılar da artık bitkin bir halde değil mi idiler? Aşağı yukarı bir uzlaşma yapabilirdik. Bu da, elbette Sevres Antlaşması’ndan daha iyi olurdu.
Fakat içimizdeki sorunun, kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı kendiliğinden yayılıverdi: Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bütün karargahı ile beraber esir olmuş...
Keder insanları öldürmez derlerse, bu söze inanınız. Kalp denen şeyin ne dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben, o akşamüstü Büyükada vapurunun güvertesinde öğrendim.
Türkleri Büyükada Yat Kulübü’nden kovmuşlardı. Yalnız bir iki sırnaşık, yolunu bularak içlerine sokulabilmişlerdi. Bunlar, o akşam cezalarını çekmişlerdir. Çünkü kulüpte, Mustafa Kemal’in esir olması şerefine kulübün bütün şampanyaları patlıyor ve Türkler de dağıtılan kadehleri içmeye zorlanıyordu. Ada sokakları, çoluk çocuğun çığlıklarıyla geçilmez bir hale geldi.
Ölümü bir uyku, r ahat bir uyku gibi arayarak sabahı ettik. İlk vapurun en görünmez köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik.
Bütün Türkleri, yas içinde bulacağımı sanıyordum. Meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız. Acaba sokaktakilerin hepsi, şu veya bu muhipler cemiyeti üyeleri mi idi? Bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı? Bu gülüşler, bu çırpınışlar, bu el sıkışlar ne idi?
Meğer bütün karargahı ile Başkomutan Mustafa Kemal değil Yunan Başkomutanı Trikopis esir olmuş...
Size, kalbin ne kadar dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu yukarıda söylemeseydim, burada söylerdim. Bir çocuk gibi sıçramaya başladım. Habere, havadise, telgrafa koşuyorum. Hani dün kızdığımız o sürüm gazetesi yok mu, meğer resmi tebliğlerin kilometrelerce gerisinde imiş. Yunan ordusunu yok etmişiz ve İzmir’e iniyormuşuz.
Ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım. Bu, bütün heyecanların üst ünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdi. Ne olmuştuk, biliyor musunuz? Kurtulmuştuk.
Ah Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim.
Konuşmak için dilim, yazmak için kalemim tutuldu. İkdam’daki Yakup Kadri’yi aradım, ilk vapurla İzmir’e gitmeyi teklif ettim.
Tuhaf şey: İzmir’in alındığı haberi geldiği vakit, içimizde artık sevinme gücü kalmamıştı. Gönlümüz, uzun ve derin uykuya dalmış gibi idi. Bir hastanın başında günlerce beklemekten sonraki yağılıp kalmaya benzer bir uyku... Hatta daha fazla ağlamalı bir hal... Bir akşam önce şampanya bayramı yapanların yüzlerindeki unulmaz yası gidip görmek düşüncesinden bile sevinmiyorduk.
Nemiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu batının, vicdanımızı ve kafamızı doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos zaferine borçluyuz.
“Akşam”ın ilk sayfası için koskoca bir klişe hazırlamıştık: ” Elhamdülillah, İzmir’e kavuştuk! “
Kapıları açmanın imkanı mı var? Gazeteyi pencereden akıtıyorduk. Alan, yüzüne gözüne sürüyordu. Galata Rıhtımı üzerinde kamçısı ile selam marşını susturan beyaz atlı Franchet d’Esprey, o korkunç hayal, sanki bir operet sahnesinden kalma hoş bir hatıra idi! Doğrusu, daha fazla Dolmabahçe’ye gidip Vahideddin’i görmek istiyordum. İçimdeki tek zulüm hevesi bu idi.
Vahideddin’i göremedim. Fakat sonradan ilk Meclisten kalma bir dostum, Muhiddin Baha, bana bir Ankara hikayesi anlattı. Onlar da sevinçten ne yapacaklarını bilmiyorlarmış. Mecliste bir aralık ellerini yıkamaya gitmiş. Asık suratlı bir milletvekili görmüş. Mustafa Kemal’in muhaliflerinden biri:
-Yahu nedir bu halin? diye sormuş.
Öteki dudaklarını sıkarak:
-Ne var sanki? Nasıl olsa İzmir’i bize vereceklerdi . Nesini büyültüp duruyorsunuz? diye çıkışmış da!
Sonra da:
-Yunanlılardan kurtulduk. Bakalım Mustafa Kemal’den nasıl kurtulacağız? demiş. Evet, muhalifleri ve rakipleri sapsarı idiler. Ah! Bir kurşun son Yunan kurşunu Mustafa Kemal’in göğsüne saplanamaz mıydı?
Doğu böyledir, dostlarım, Doğu’da kin, kolayca hiyanete kadar götürür. O gün sapsarı kesilenler veya onların kinini güdenler, şimdi bile o günün hatırasını söndürmeye uğraşmakta değil midirler? Doğu kini, vicdanları saran bu kanser... Kanserlerin en habis soyu!”

İzleyiciler