14 Temmuz 2010 Çarşamba

Mustafa Kemal Paşa esir olmuş..

Müslümanları, “İsmaililik” mezhebiyle dinden çıkaran sahte şeyh “Abdullah”...
İngilizlere hizmet için Kur’an üzerine yemin eden ve Mustafa Kemal’i öldürmek üzere görevlendirilen Hintli ajan Mustafa Sagir...
Haşmetlü İkinci Elizabeth Hazretleri’nin
(Türkiye gazetesinin başyazarı Yılmaz Öztuna böyle hitap ediyor!!! HK) Bursa’da Kur’anı Kerim dinlemesi...
“Majesteleri, size 71’de el sallamıştım” diyen Gül’e “Haç” nişanı takılması...
Gül’
ün, “İkinci Cumhuriyet ve Yeni Osmanlıcılık kavramlarının ve bu tartışmaların ortaya gelmesini ben çok sağlıklı olarak görüyorum ve geleceğe ümitle bakıyorum” demesi. (Bkz. Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri 3. İstişare Toplantısı. 1992)
Yeni Osmanlıcılık...
BOP, GOP...
Dinlerarası diyalog...
M edeniyetler ittifakı...
Washington’da “Hamdolsun”...
Ali Kemalci gazeteciler, çanak sorular...
Ecnebilerden “mandacı” açıklamalar...
Onları manşetlere taşıyanlar...
Financial Times, Washington Times ve Reuters’tan özel servis...


Siz, bunların ne anlama geldiğini düşünürken ben size tarihten bir yaprak daha sunayım...
Olur da bir gün ümitsizliğe kapılırsanız, tekrar tekrar okuyun...
İyi geleceğinden eminim.

“Akşam üstü gene beynimizin içinde aynı burgu, kalbimizin içinde aynı ağrı Büyükada’ya gidi-yordum. Aydınlık, ferah bir Ağustos akşamı... Köpüklü, uyanık ve neşeli bir deniz. Güverte, tıka basa dolu... Türkçe konuşmayanlarda, birbirinin sözünü kapan bir sevinç var. Sadece bu sevinç, bizi yıkmaya yeterdi. “Ne olmuştu?” diye sormaktan korkuyorduk.
Bir fena şey vardı. Kimseye bir şey sormaksızın onu zihnimizde hafifletmeye uğraşıyorduk. İhtimal durmuştuk. Belki de bir iki noktada gerilemiştik. Ordu bozulmamışsa bundan ne çıkardı? Yunanlılar da artık bitkin bir halde değil mi idiler? Aşağı yukarı bir uzlaşma yapabilirdik. Bu da, elbette Sevres Antlaşması’ndan daha iyi olurdu.
Fakat içimizdeki sorunun, kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı kendiliğinden yayılıverdi: Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bütün karargahı ile beraber esir olmuş...
Keder insanları öldürmez derlerse, bu söze inanınız. Kalp denen şeyin ne dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben, o akşamüstü Büyükada vapurunun güvertesinde öğrendim.
Türkleri Büyükada Yat Kulübü’nden kovmuşlardı. Yalnız bir iki sırnaşık, yolunu bularak içlerine sokulabilmişlerdi. Bunlar, o akşam cezalarını çekmişlerdir. Çünkü kulüpte, Mustafa Kemal’in esir olması şerefine kulübün bütün şampanyaları patlıyor ve Türkler de dağıtılan kadehleri içmeye zorlanıyordu. Ada sokakları, çoluk çocuğun çığlıklarıyla geçilmez bir hale geldi.
Ölümü bir uyku, r ahat bir uyku gibi arayarak sabahı ettik. İlk vapurun en görünmez köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik.
Bütün Türkleri, yas içinde bulacağımı sanıyordum. Meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız. Acaba sokaktakilerin hepsi, şu veya bu muhipler cemiyeti üyeleri mi idi? Bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı? Bu gülüşler, bu çırpınışlar, bu el sıkışlar ne idi?
Meğer bütün karargahı ile Başkomutan Mustafa Kemal değil Yunan Başkomutanı Trikopis esir olmuş...
Size, kalbin ne kadar dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu yukarıda söylemeseydim, burada söylerdim. Bir çocuk gibi sıçramaya başladım. Habere, havadise, telgrafa koşuyorum. Hani dün kızdığımız o sürüm gazetesi yok mu, meğer resmi tebliğlerin kilometrelerce gerisinde imiş. Yunan ordusunu yok etmişiz ve İzmir’e iniyormuşuz.
Ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım. Bu, bütün heyecanların üst ünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdi. Ne olmuştuk, biliyor musunuz? Kurtulmuştuk.
Ah Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim.
Konuşmak için dilim, yazmak için kalemim tutuldu. İkdam’daki Yakup Kadri’yi aradım, ilk vapurla İzmir’e gitmeyi teklif ettim.
Tuhaf şey: İzmir’in alındığı haberi geldiği vakit, içimizde artık sevinme gücü kalmamıştı. Gönlümüz, uzun ve derin uykuya dalmış gibi idi. Bir hastanın başında günlerce beklemekten sonraki yağılıp kalmaya benzer bir uyku... Hatta daha fazla ağlamalı bir hal... Bir akşam önce şampanya bayramı yapanların yüzlerindeki unulmaz yası gidip görmek düşüncesinden bile sevinmiyorduk.
Nemiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu batının, vicdanımızı ve kafamızı doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos zaferine borçluyuz.
“Akşam”ın ilk sayfası için koskoca bir klişe hazırlamıştık: ” Elhamdülillah, İzmir’e kavuştuk! “
Kapıları açmanın imkanı mı var? Gazeteyi pencereden akıtıyorduk. Alan, yüzüne gözüne sürüyordu. Galata Rıhtımı üzerinde kamçısı ile selam marşını susturan beyaz atlı Franchet d’Esprey, o korkunç hayal, sanki bir operet sahnesinden kalma hoş bir hatıra idi! Doğrusu, daha fazla Dolmabahçe’ye gidip Vahideddin’i görmek istiyordum. İçimdeki tek zulüm hevesi bu idi.
Vahideddin’i göremedim. Fakat sonradan ilk Meclisten kalma bir dostum, Muhiddin Baha, bana bir Ankara hikayesi anlattı. Onlar da sevinçten ne yapacaklarını bilmiyorlarmış. Mecliste bir aralık ellerini yıkamaya gitmiş. Asık suratlı bir milletvekili görmüş. Mustafa Kemal’in muhaliflerinden biri:
-Yahu nedir bu halin? diye sormuş.
Öteki dudaklarını sıkarak:
-Ne var sanki? Nasıl olsa İzmir’i bize vereceklerdi . Nesini büyültüp duruyorsunuz? diye çıkışmış da!
Sonra da:
-Yunanlılardan kurtulduk. Bakalım Mustafa Kemal’den nasıl kurtulacağız? demiş. Evet, muhalifleri ve rakipleri sapsarı idiler. Ah! Bir kurşun son Yunan kurşunu Mustafa Kemal’in göğsüne saplanamaz mıydı?
Doğu böyledir, dostlarım, Doğu’da kin, kolayca hiyanete kadar götürür. O gün sapsarı kesilenler veya onların kinini güdenler, şimdi bile o günün hatırasını söndürmeye uğraşmakta değil midirler? Doğu kini, vicdanları saran bu kanser... Kanserlerin en habis soyu!”

''KEŞKELER İYİ Kİ LER ''

İnsan 5 yaşına gelmeden anlıyor;
açlığın öldürdüğünü, soğuğun dondurduğunu, ateşin yaktığını...
Sevgisizliğin insanın canını acıttığını...
Duyguları, nesneleri, kişileri, çevresini tanıyor.
Her şey ona çok büyük görünüyor:
Ev, masa, anne, baba...




10'una gelmeden oyunla, sayılarla, harflerle tanışıyor. Azgın bir iştahla öğreniyor. Kız ya da erkek olduğunu fark ediyor. Dünyanın evde, okulda kendisine anlatılandan da büyük olduğunun ayırdına varıyor.




15'inde, tam da en çok kendini sevdireceği çağda, sivilcelenen yüzünden, değişen bedeninden utanırken aşkı keşfediyor.
Dış dünya kadar iç dünyanın da büyük salonları ve kendisinin bile bilmediği odaları olduğunu, açıldıkça o odalardan devasa bahçelere çıkıldığını hissediyor, büyüleniyor.
Şarkıların içinde sevdalar gezdirdiğini, şiirin her türden hasreti dindirdiğini anlıyor. Aşk acısını öğreniyor. Yine de seviyor; ille seviyor, inadına seviyor.




20'sinde putlarını yıkıyor, başkaldırıyor, kanatlanıyor.
Her şey ona küçük görünüyor:
Ev, masa, anne, baba...
"Dünya küçükmüş; büyük olan benim" efelenmeleri başlıyor.
Lakin dünya bunu bilmiyor.
O yüzden 20'ler çoğu zaman hayal kırıklıklarıyla geliyor.




25'inde ayaklar biraz yere değiyor.
Okul bitiyor, iş telaşı başlıyor.
Sınıfta öğrenilenlerin akı, sokaktaki gerçeklerin karasına çarpıp grileşiyor.
Yolu hızlı gelenler çabuk yorularak, sevdiğini bulanlarsa kalbinden vurularak evleniyor genelde...
5 yıl önce uzak bir ülke olan "istikbal", daha yakına geliyor.
"Bir denizde yangın çıkarma" hayali erteleniyor.
"Dünya zor"laşıyor.


35, yolun yarısı...
Hiç okul asmadan, evden kaçmadan, bir terasta sevdiğiyle öpüşüp bir çadırda uyanmadan 20'sine gelenler için gecikmiş telafi çağları...
Daha önce hiç yüz verilmemiş ana-babaların sözüne yeniden kulak kabartılan yaşlar...
Olgunluğun karasuları...




40'ında eski kotlar dar gelmeye, saçlara ak düşmeye, aile büyükleri yaşlanıp ölmeye başladığında bocalıyor insan...
Panik, kadınları kuaföre sürüklüyor, erkekleri araba galerilerine; ve ikisini birden yeni sevda hayallerine...
Yiten gençliğe, boyalı saçlarla, içe çekilen karınlarla, kırmızı arabalarla çare aranıyor.


45'inde "istikbal" denilen o uzak ülkenin toprağına ayak basıyor insan...
Hem ölüm yarınmış gibi, hem hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamasını öğreniyor.
Eski dostlar, hatıralar kıymete biniyor.
Didişmenin yerini sükûnet, böbürlenmenin yerini nedamet, kinin yerini merhamet alıyor.




"Keşke"ler "iyi ki"lerle, hırslar hazlarla yer değiştiriyor.
Bu dünyayı silkelemekten, daha iyi bir dünya için kavga vermekten vazgeçmeseniz de, öbür dünya umuduna da kulak kabartıyorsunuz, ara sıra..

BU 2'LİLER SAĞLIKLI YAŞAMI SAĞLAR

cid:1810F84F24E14174B48EF01B34DC7DD6@dell
cid:1B5FFA2716D84A32AD6E9A3800DBF023@dell
cid:C7D2A88A477F4EF7B7A2A2DAD7A85255@dell

GÖZ HASTALIKLARI ve TEDAVİSİ İÇİN YANLIŞ BİLİNENLER ve GERÇEKLER

Gözlük Kullanımı ile İlgili

Dinlendirici Gözlük : Böyle bir gözlük yoktur. Gözlük rakamlarla ifade edilen değerlere sahiptir ve takıldığı zaman görmeyi daha iyi yapıyor ise kullanılmalıdır.

Gözlüğün sürekliliği: Uzak gözlük devamlı, yakın gözlük yalnızca yakın mesafe çalışmalarında kullanılır. Dioptri (numara) değişikliği ancak muayenede belli olur. Gözün gözlüğe alışması diye bir kavram yoktur, kişi iyi görmenin ne olduğunu anladığı için gözlükten vazgeçemez.

Yanlış dioptri kullanımı: Gözü bozmaz ancak takıldığı anki görmeyi bozar.

Dioptri değişikliği : Uzak için hipermetrop olan çocuklarda büyüme çağında dioptri azalma, myoplarda ise artması gözlenir. GÖZLÜK TAKMAK veya TAKMAMAK DİOPTRİNİN NE AZALMASINA NE DE ARTMASINA SEBEP OLUR. Ancak çocuk yaşta görmenin gelişmesi açısından mutlaka takılması gerekir.

Bebek veya küçük çocuk gözlük takamaz : Özendirme ile bu sıkıntı önlenebilir. Yeter ki çocuğa uygun yaklaşılsın. 8 aylık yüksek hipermetrop gözlük kullanan kişiler olmuştur.

MYOPİ : Uzaktan gelen ışınların gözün sarı noktasının önünde odaklaşmasıdır.

HİPERMETROPİ : Uzaktan gelen ışınların gözün sarı noktasının arkasında odaklaşmasıdır.

Bu tanımlar uzağı görmemek veya yakını görmemek şeklinde tanımlanamaz.

Astigmatizma göze zararlıdır : Astigmatizma myopik veya hipermetropik olur ve göz sağlığı açısından diğer kırma kusurlarından farkı yoktur, yalnızca gözün belli bir açısındaki kırmanın farklılığını ifade eder.

Gözün Çizilmesi : Gözlük ihtiyacını ortadan kaldırmak için 20 yaş üzerinde yapılan laser tedavisi (Excimer) gözü çizmez, yalnızca belli bir kalınlıktaki kornea dokusunu buharlaştırarak ortadan kaldırır.

Gözün kullanımı : Göz hasta olsa bile gözün kullanılması (yakın veya uzak için) göz sağlığına zararlı değildir. Bilhassa glokom olgularında tersine faydalıdır, çünkü göziçi sıvısının dışarı atılımını kolaylaştırcı etki ile rakamsal değerin düşmesi söz konusudur.

Nazar değmesi göz hastalığı yapar... : Nazar tanımlaması bir moral değerdir. Hastalık yapıcı etkisi olamaz.

LASER 'derde deva' mıdır ? : Hayır değildir. Değişik alanlarda değişik laser sistemleri kullanılmakla birlikte, hiçbir surette derde deva olarak tanımlanamaz...

Laser ile katarakt cerrahisi : YOKTUR. Fako olarak tanımlanan yöntem ses dalgası ile çalışır ve sıklıkla kullanılan yöntemdir.

Laser ile şaşılık tedavisi YOKTUR...

Laser'in gözü kör etmesi : Tedavi amaçlı kullanılan bu cihazlar körlük yapmaz, ancak merkezi görme noktasının hastalıktan etkilenmesi veya laser komplikasyonu olarak ödem gelişmesi görme bozulmasına sebep olabilir.

İyi görmek göz sağlığının garantisidir : HAYIR... Örneğin : Glokom hastaları hastalığın son safhasına kadar iyi görebilirler, görme sonradan tedrici olarak azalmaya başlar ki bu safhada görmenin geri dönüşü söz konusu olmaz.

TV ve bilgisayar gözü bozar : Hayır, bozmaz. Yalnızca, ışığa bakılmasına bağlı olarak göz yüzeyindeki gözyaşında kuruma olacağı için yanma, batma,kızarma ve refleks sulanma olur...

Katarakt cerrahisi görmeyi olduğu gibi eski haline getirir : Görmenin iyi olabilmesi için retina tabakasının sağlıklı, kişinin görme potansiyelinin iyi olması lazımdır. Gözdibi hastalıklarında ve tembel gözlerde görme artışı olmayabilir.

Göziçi mercekleri göz için zararlıdır: Uygun yere uygun lens takılması hiçbir zaman zararlı değildir. Yapım malzemesi göz için inert dir.

Her ilaç her kişiye etki eder... : Her ilaç her kişiye aynı oranda etki etmez, kişisel farklılıklar her zaman söz konusudur. Dolayısı ile etkin ilaç kesinleşinceye kadar hekim ilaç değiştirmek zorunda kalabilir.

Uyku bozuklukları göz hastalığıdır... : HAYIR. Uyku beyinsel bir fonksiyondur ve gözler yalnızca olaya iştirak eder.

Gözyaşım kurudu, ağlayamıyorum... : Ağlamak psikolojik bir olaydır ve ağlama ile gelen gözyaşı da refleks sonucudur. Gözyaşı kuruluğu kavramı vardır, ancak bunun ağlama işlevi ile ilişkisi de yoktur.

Göz tansiyonunda sınır : Glokom yalnızca rakamsal değerin ifadesi ile tanımlanmamaktadır. Önemli olan bir husus da görme sinirinin durumudur. Rakamsal değeri normal olarak bilinen değerlerde olmasına rağmen glokom olan kişiler de vardır. Bu nedenle sınır tanımlaması her zaman büyük yanılgılara sebep olur.

GÖZ MUAYENESİ GÖZLÜK MUAYENESİ DEĞİLDİR...

Hazırlayan : Prof.Dr.Haluk Ertürk

Kolesterol nasıl düşürülür?

Kolesterol nasıl düşürülür?

İşte Dr. Ayça Kaya'dan özel diyet...
20.04.2010 11:44:50

Doktorum programına katılan Beslenme ve Diyet Uzmanı Dr. Ayça Kaya, kolestrol hastaları için kolesterol düşürücü bir günlük diyet programı hazırladı.

SABAH

4-5 Yemek kaşığı yulaf ezmesi
1 Su bardağı az yağlı süt
2 Tane ceviz
1 Küçük muz veya elma

ÖĞLEN

4 Yemek kaşığı bulgur pilavı
4 Yemek kaşığı zeytinyağlı sebze yemeği
Tatlı kaşığı keten tohumu eklenmiş salata
4 Yemek kaşığı az yağlı yoğurt

İKİNDİ

2 Dilim çavdar ekmeği beyaz peynirle yapılmış tost
1 Portakal veya greyfurt

AKŞAM
1Dilim tam tahıl ekmeği
100 gr (el büyüklüğünde ) fırınlanmış somon
Bol salata 1 tatlı kaşığı keten tohumu limonla

ARA

1 Elma

Amerikan Sistemi:))

Harika...
Tam Amerikan sistemini anlatiyor...
Billy Teksas'ta bir çiftçiden 100$'a bir eşek satın alır. Ertesi sabah kamyoneti getirip teslim alacaktı.

Aksiliğe bak ki, ertesi sabah çiftçi ona kötü bir haber verir: "Yaa sorma evladım, senin eşek dün gece mevta!!"

-"O zaman paramı ver geri!" der Billy..
-"Veriim de oğlum, ben o parayla senden sonra çatıcıya borcumu ödedim!"
-"O zaman eşeğin leşini alayım!"

-"Leşini?? n'apcan eşeğin leşini olum!"
-"Piyangoya koycam" demiş Billy.
-"Hadi len"! demiş çiftçi.. beni mi inceye alıyon şimdi?"

-"Koyarım ben! demiş Billy, kimseye ölü olduğunu söylemiycem ki!!!"


Aradan bir ay geçtikten sonra karşılaşmışlar pazarda!!
-"Evlat, n'oldu ölü eşek işi??" diye sormuş çiftçi.
-"Haa...... ohooo, onu koydum piyangoya".. .dediydim ya sana!!!
_"Eeeee?!"
"-Eeesi 500 tane bilet sattım, x 2$'dan, 998$ koydum cebime!!!!
-"Hadi be!! demiş çiftçi; e peki kimse seni şikayete kalkmadı mı???
-"Sadece eşeği kazanan!" demiş Billy, "ona da verdim 2$ nı geri sustu!!!"

Billy bugün "Goldman Sachs" ta çalışıyor. (Dünyaca ünlü bir finans ve danışman şirket)

Vefa Lisesi Muallimi Ahmet Rıfkı

Vefa Lisesi Muallimi Ahmet Rıfkı

Yıl 1915.. Çanakkale‘de kızılca kıyametin koptuğu günler.. Aylardan Mayıs.. Vefa Lisesi Fransızca Muallimi Ahmet Rıfkı her günkü gibi mektepten içeri girer.. Koridorlarda sessizlik hakimdir.. İlk dersi birinci sınıfadır ve aynı suskunluk o sınıfta da vardır.. Talebeler başlarını önlerine eğmişler öylece sıralarında oturuyorlardır..
Selâm verir Ahmet Rıfkı, ama çocuklar selâma bile karşılık vermezler!. Ahmet Rıfkı iyice şaşırmıştır..
Arka sıralarda oturanlardan biri ayağa kalkarak; “Hocam, mahallemizde eli ayağı tutan abilerimiz Çanakkale’ye gönüllü gittiler ama siz hâlâ buradasınız!. Biz de gitmek istiyoruz, fakat yaşımız tutmuyor, söyler misiniz bize, vatanımız elden giderse sizin verdiğiniz eğitim ne işe yarar?..”
Ahmet Rıfkı’nın konuşacak hâli yoktur!. Çocuklar elbette haklıdır ve o an kararını verir.. Kendisi de Çanakkale’ye gitmelidir, vatan için, Hakk ve Hakikat için düşmanla çarpışmalıdır..
Yaşlı gözlerle sınıftan çıkar ve mektebin idaresine dilekçesini verir.. Arkadaşlarıyla, talebeleriyle vedalaşır, evine gelir.. Ahmet Rıfkı‘nın hayattaki tek varlığı yaşlı annesi Ayşe Hanım‘dır ve Şehzadebaşı semtindeki evlerinde beraber oturmaktadırlar.. Durumu annesine anlatır, ondan hakkını helâl etmesini ister.. Ardından mahallenin bakkalı, gün görmüş bir zat olan Selâhattin Adil Efendiye uğrar ve şöyle der: “Selâhaddin Amca, Allahın izniyle vatanın bağrına saplanmış olan düşman hançerini çıkartmaya gidiyorum.. Senden isteğim, anamı iaşesiz bırakma!. Kısmetse dönüşte borcumu öderim!.”
Ahmet Rıfkı önce İstanbul‘da kısa bir eğitim görür sonra da Çanakkale-Düztepe‘deki birliğine bölük komutanı olarak gider..Çeşitli cephe ve siper savaşlarına katılır..Ve 19 Aralık 1915 günü şehid olur..
Ahmet Rıfkı‘nın şehitlik haberi kısa zamanda İstanbul’a ulaşır.. Annesi haberi alır, çok üzülmesine rağmen imanı bütün bir hanım olduğundan hadiseyi tevekkülle karşılar.. Aklına, veresiye yiyecek aldığı bakkal gelir.. Bakkala gider ve “Selâhaddin Efendi, oğlum Çanakkale’de şehid düştü.. Şehitlik künyesi, eşyaları ve ikramiyesi bir heyetle bu sabah bana ulaştırıldı.. Yedi aydır senden veresiye alırız, borcumuzu verelim de oğlum borçlu yatmasın” der..
Selâhaddin Efendi şöyle cevap verir; “Ayşe Hanım sen okuma yazma bilmezsin, okuma bilen bir yakınını getir de hesabı o çıkarsın”.. Bunun üzerine Ayşe Hanım, komşusunun kızı Gülşah‘la birlikte dükkâna gider.. Selâhaddin Adil Efendi, “Ahmet Rıfkı” bölümünü açarak veresiye defterini Gülşah‘ın önüne koyar!.
Kız, defteri incelerken birden hıçkırıklarla ağlamaya başlar.. Bu duruma Ayşe Hanım ve dükkândaki diğer müşteriler de şaşırmışlardır.. Gülşah‘ın yanına gelirler.. Gülşah, onlara veresiye defterindeki kırmızı harflerle yazılmış satırları gösterir.. Şöyle yazıyordur defterde;

“BU HESAP, AHMET RIFKI’NIN
KANIYLA ÖDENMİŞTİR, VESSELÂM!..”

O ana kadar hiç konuşmayan bakkal Selâhaddin Efendi, yaşlı gözlerle şu sözleri söyler: “Ahmet Rıfkı, bu vatan uğruna canını feda etti.. Biz birkaç parça mal vermekten mi çekineceğiz?. Katbekat helal olsun!.. Âlem-i berzahta inşaallah bizlere şefaatçi olur!..”
Selâhaddin Adil Efendi, asil bir insan, feraset sahibi bir esnaf ve iyi bir mümindi..
Allahü teâlâ Ahmet Rıfkı’ya ve tüm şehidlerimize rahmet etsin..
Kabirleri nurla dolsun..

Bu bilgi her yerde yok!

Bu bilgi her yerde yok!

Hasan DEMİR / Yeniçağ Gazetesi / 05.05.2010
Aşağıdaki bilgiyi danışmanları Başbakan Sayın Erdoğan’ın önüne koyarlarsa sevinirim, lazım olur. Atina’yı ziyaret ettiklerinde Yunan devlet ve hükümet başkanlarının kulağına eğilir, söyler.
Ne mi söyler?
Önce bilgiyi verelim ne söyleyeceğini yazının sonuna bırakalım.
Efendim, 17 Mart 1991 tarihinde Yunanistan’da bir nüfus sayımı yapıldı. Hem bu sayım esas alınarak gerçekleştirilen demografik projeksiyonla hem Yunanistan’daki azınlık grupların ABD, Avusturya, Kanada, Avustralya, Arnavutluk ve Makedonya’da kurmuş oldukları dernek, vakıf ve haber ajansı gibi NGO statüsündeki kuruluşların beyanları ile Yunanistan’daki etnik grupların nüfusları en az ve en çok şeklinde aşağıdaki sayılar olarak ortaya çıktı.
1. Türkler: 120.000-150.000.
2.Makedonlar: 300.000-1.000.000.
3. Ulahlar: 300.000-450.000.
4. Arnavutlar: 50.000-250.000.
5. Bulgarlar: 25.000-54.000.
6. Ermeniler:16.000-30.000.
7. Yahudiler: 6.000-15.000.
8. Giritliler: 500.000-900.000.
9. Türk Ortodokslar: 350.000-450.000.
10. Elen Ortodokslar: 6.407.000-8.407.000.
11. Çingene Ortodokslar: 30.000.30.000.
12. Pontuslular: 100.000-100.000.
13. Gagauzlar: 10.000-15.000
14. Elen Katolikler: 50.000-60.000
15. Elen Protestanlar: 5.000-5.000
İsterseniz, Elen Ortodoks nüfusun da kendi arasında kaç kabileye ayrıldığını isim isim sizlerle paylaşalım:
1. Mavrokordatos
2. Perroukas
3. Kountouritois
4. Botasis
5. Zaimis
6. Kolettis
7. Koloktoronis
8. Deliyannis
9. Notoras
10. Sisinis
11. Androutsos
12. Miaoulis
13. Kariskasis
14. Kapodistıras
15. Spiliadis
Ayrıca Elen Katolikler arasında “Bizans Riti”, “Latin Riti” ve “Ermeni Riti” gibi ayırımlar da mevcuttur.
Yunanistan işte böyle “mozaik” işte böyle bir “farklılıklar” ülkesi.
Başbakanımız Erdoğan 14-15 Mayıs tarihleri arasında Atina’yı ziyaret edecek. Ben diyorum ki, Yunanistan Cumhurbaşkanı ve Başbakanının kulağına eğilip, şöyle bir şey söylese:
“Size Yunanistan’ın etnik yapısı ile ilgili sağlam bilgiler getirdim. Meydanlarda nutuk atar parti gruplarınız ve meclisinizde konuşurken benim yaptığım gibi yapsanız, “Biz Türk’ü ile, Makedon’u ile, Ulahları, Arnavutları, Bulgarları, Ermenileri, Yahudileri, Giritlileri, Pontus’luları, Çingeneleri, Gagauzlar’ı ile Yunanistanlıyız!” deseniz, iyi olmaz mı?
Acaba Yunan yetkililer ne der?
Ve onlar şu ekonomik darboğazda trilyon dolar verseniz, ülkelerine toprak ekleseniz böyle bir şey yaparlar mı?

12 Temmuz 2010 Pazartesi

MAÇ YAYINI

hangisi verirse versin en büyük teknoloji.bağlıyorum notebooku bilgisayara açıyorum atdheyi ya da live tv ru yu ya da myp2p yi full hd seyrediyorum.akıllarınca milleti avlayacaklar kuş gibi ntv şifresiz verirken zarar mı ediyor‚kanal a verirken zarar mı ediyor‚ ille köşeyi dönecekler bir maç keyfimiz var onun da içine edecekler‚yaşasın teknoloji yaşasın paylaşım.hatta uydudan bile paylaşım var da daha gerek duymadım.gerekirse onu da kullanırım.

ATATÜRK 'ÜN SÖZLERİ VE HADİSLER

Yıllardır ikisi hep ayrı kefelere kondu. Birbirinin karşıtı anlayışlara sahip oldukları düşünüldü.

Oysa onların özleri ve sözlerinde karşıtlık değil, büyük bir benzerlik var..

(Ekde tablo halinde ayni yaziyi bulabilirsiniz.)


ATATÜRK ‘ÜN SÖZLERİ VE HADİSLER


En iyi kişi kendinden çok ait olduğu sosyal toplumu düşünen, onun varlığının ve mutluluğunun korunmasına kendini adayan kişidir. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Mümin elinden ve dilinden diğer insanların emin olduğu kimsedir. (Hz. Muhammed)


Hayatta en hakiki mürşit ilimdir. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz. (Hz. Muhammed)


Millet sevgisi kadar büyük mükâfat yoktur. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Vatan sevgisi imandandır. (Hz. Muhammed)


Yüksel Türk, senin için yükselmenin sınırı yoktur. İşte parola budur. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

İki günü birbirine eşit olan ziyandadır. (Hz. Muhammed)


İstikbal göklerdedir. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Sizin rızkınız da göktedir, tehdit edildiğiniz şey de (51 Zariyat 22)


Dinimiz son dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen uyuyor.

(Mustafa Kemal ATATÜRK)

İslam akıl dinidir, aklı olmayanın dini de yoktur. (Hz. Muhammed)


Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur.

(Mustafa Kemal ATATÜRK)

Ey Muhammet! Dinleyip de sizin en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah’ın doğru yola eriştirdiği onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir. (39 Zümer 17–18)


Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını istememiştir.

(Mustafa Kemal ATATÜRK)

Mümin erkeklerle, mümin kadınlar birbirinin dostlarıdır. (9 Tevbe 71)


Bizde ruhbanlık sınıfı diye bir şey yoktur. Hepimiz dinimizin hükümlerini eşit olarak öğrenmeye mecburuz. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Bizim dinimizde özel sınıf yoktur. Ruhbanlığı men eden bu din inhisarı ve imtiyazı kabul etmez.

(Mustafa Kemal ATATÜRK)

İslam’da ruhbanlık yoktur. (Hz. Muhammed)


Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler, ibadet ve itaatle beraber din ve dünya için neler yapabilmek gerektiğini düşünmek, yani konuşup tartışmak, danışmak için yapılmıştır. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Camilerin mukaddes minberleri; ruhani, ahlaki gıdaların en yüksek, en verimli kaynaklarıdır.(Mustafa Kemal ATATÜRK)

Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir dille olması ve onların da bugünkü icabet ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi Halife ve padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeyi mecbur etmek içindi. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Hz. Muhammet, kendisi cami minberlerinden okuduğu Cuma hutbelerinde halkın dilinden konuşuyor ve günlük meseleleri açıklıyordu.


İnsanlar, bir vücudun hücreleri gibidir. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

İnsanlar bir tarağın dişleri gibidirler. (Hz. Muhammed)


İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve milletin her ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

İlim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlatmak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır. Bin, iki bin, binlerce sene evvelki ilim ve fen lisanının çizdiği kuralları şu kadar bin sene sonra bugün aynen uygulamaya çalışmak, elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir.

(Mustafa Kemal ATATÜRK)

Medeniyet öyle kuvvetli bir ışıktır ki, ona bigâne olanları (kayıtsız kalanları) yakar, mahveder.

(Mustafa Kemal ATATÜRK)

Bir savaştan dönüşte Hz. Muhammet: Asıl büyük cihat şimdi başladı. Demiş,

Nasıl olur efendim?” diyenlere şöyle cevap vermiştir.

Asıl cihat insanın nefsiyle olan mücadelesidir. (Hz. Muhammed)

İlim Çin’de bile olsa gidip alınız. (Hz. Muhammed)

İlim müminin yitik malıdır, nerede bulursa alır. (Hz. Muhammed)

İlim kadın ve erkek her Müslüman’a farzdır. (Hz. Muhammed)


Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kanun bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benim Türk Milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel üzerinde aklın ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçım olurlar.” (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Âlimler peygamberlerin varisleridir. (Hz. Muhammed)

Peygamberin bıraktığı miras ancak ilimdir.(Hz. Muhammed)


Hz. Muhammet’in hayatında, ağır şartlarına rağmen barışı savaşa tercih ettiğinin örneği Hudeybiye Barışı’dır.

Sulh yolunda nereden bir hitap geliyorsa, Türkiye onu istekle karşıladı ve yardımlarını esirgemedi. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Sulh milletleri refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Milletin hayatı söz konusu olmadıkça savaş cinayettir. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

En kötü, en ağır şartlarda yapılan barış bile savaştan daha iyidir. (Hz. Muhammed)

Her devrin adamı, her devrin sözü vardır. (Hz. Muhammed)

İnsanlar, babalarından çok zamanlarına benzerler. (Hz. Muhammed)


Türk sadece bir milletin adı değil, Türk bütün adamların birliğidir. Ey birbirlerine diş bileyen yığınlar, ey yığın yığın insan gafletleri, yırtılsın gözlerdeki gafletten perde, hakikat nerede?

(Mustafa Kemal ATATÜRK)

Kudretsiz dimağlar, zayıf gözler hakikati kolay göremezler. Onlar büyük Türk milletinin seviyesine göre geri adamlardır, zaman onlara bütün hakikatleri anlatacaktır.(Mustafa Kemal ATATÜRK)

Cihan bir imtihan meydanıdır. İmtihanı vermeden lütufkârane karşılıklar beklemek imkânsızdır. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Durumu ve hakikati bilenler mensup oldukları milletin yücelmesi için ona ışık tutup rehberlik etmeyi en büyük insanlık vazifesi bilmelidirler. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Allah katında, yeryüzündeki canlıların en kötüsü gerçeği akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. (Enfal-22)

Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur… (Necm-39)

Çok basit bir sağlık uyarısı

ÇOK BASİT BİR SAĞLIK UYARISI...

Merhabalar;

Mümkünse, her sabah veya akşam, günde bir kez olabilir, sert bir zemin üzerinde çıplak sağ ve sol ayak üzerinde, GÖZLERİNİZ KESİN TAM KAPALI her iki kolunuz yanlara T şeklinde açık, yaklaşık 30 sn.'de 100'e kadar, tek ayak üzerinden "sesli" sayarak DENGE'de durma eğitimine vücudunuzu ve beyninizi mutlaka ACİL alıştırınız.

İlk bir hafta sayamamanız çok normal. İlk bir haftadan sonra, 100'e kadar sayarak bu eğitime vücudunuzu alıştırırsanız, ileride kesinlikle ALZAYMIR konusunda sorun yaşamazsınız.

Kaynak: Amerika'da yaşayan Kalp cerrahı Prof. Dr. Mehmet ÖZ

Huzurlu ve Kaliteli yaşamanız, "en az 100 yaşınıza kadar, her konuda birlikte sağlıklı yaşlanabilmemiz dileğiyle..."

İNANMAKTA ZORLANACAKSINIZ OLAĞAN ÜSTÜ BİR OLAY... MÜTHİŞ

Güney Pasifik'te yolculuk yapan yattakiler tuhaf bir görüntü ile karşılaştılar. Aşağıdaki fotoğraflara bakın ve bu olağanüstü olayın tanığı olma heyecanını hayal etmeye çalışın.



www.FunAndFunOnly.org

BİR PLAJ MI?



www.FunAndFunOnly.org



HAYIR!!!! Bu bir plaj değil;

www.FunAndFunOnly.org
suyun üzerinde yüzen volkanik taşlar.



www.FunAndFunOnly.org

PEKİ VOLKAN NEREDE ?



www.FunAndFunOnly.org

İNANILMAZ BİR GÖRÜNTÜ. FOTOĞRAFLARINI ÇEKELİM,
YOKSA KİMSE BİZE İNANMAZ.



www.FunAndFunOnly.org

BU BENİM TEKNEMİN SUDA BIRAKTIĞI İZ



www.FunAndFunOnly.org

Yavaş yavaş suda ilerliyoruz.
Sonra biraz uzakta şunları gördük:
Okyanustan kül ve buhar yükseliyordu...



www.FunAndFunOnly.org

Ve biz bu görüntüyü izlemeye devam ederken...



www.FunAndFunOnly.org
Bir siyah kül yığını göğe doğru yükseldi... Ve büyük bir bulut oluştu.
Tekneye kadar her yer kızıl renge dönüştü



www.FunAndFunOnly.org

DAHA SONRA GÖKYÜZÜ KÜLLER YÜZÜNDEN KARARDI
BU ARADA OKYANUS SULARI BULUTUN İÇİNDEN SIZAN GÜNEŞ IŞINLARIYLA ALTIN RENGE DÖNÜŞTÜ



www.FunAndFunOnly.org

Okyanusun ortasında tepeler oluşmaya başladı



www.FunAndFunOnly.org

PÜSKÜRME DEVAM ETTİ... KÜLLER ve BULUTLAR DA...



www.FunAndFunOnly.org

DAKİKALAR İÇİNDE SUDA OLUŞAN TEPELER YÜKSELMEYE DEVAM ETTİ.



www.FunAndFunOnly.org

Yepyeni bir ada oluşmuştu...



www.FunAndFunOnly.org
Ve adanın üzerinde tepeler



www.FunAndFunOnly.org

Daha önce önünüzde sadece koca bir okyanus varken birden yeni bir

adanın oluşumunu canlı olarak gören ve fotoğraflayan ilk ve

tek insanlar olmanızın heyecanını düşünebiliyor musunuz?

Her seyi aciklamaya calisan 7 teori

'Herşey'i açıklamaya çalışan 7 teori

New Scientist dergisinden 'Her Şeyin Teorisi'ne ilişkin 7 yaklaşım.


Genel Göreliliğe göre 'kütle' içinde bulduğumuz uzay-zamanı eğip bükmektedir. Durum kabaca gerilmiş bir çarşafın üstüne konulan bowling topunun çarşafı eğme durumu olarak açıklanabilir.
Kuantum kuramı ise olayı bambaşka bir şekilde ele alır. Parçacıklar artık doğrudan 3 konum ve 3 momentumla tanımlanmak yerine bir "dalga fonksiyonu" ile tanımlanırlar. Bu dalga fonksiyonu parçacığın bütün bilgisini içinde barındırır ve dalga fonksiyonuna uygun "sorular" sorularak gerekli bilgi alınır. Örneğin konum bilgisi için dalga fonksiyonuna "parçacık nerede?" sorusunu sorarsınız, o ise size parçacığın nerede soruyu sorduğunuz anda nerede olabileceğini söyler. Buradaki kritik nokta olabilirliktir. Bu, dalga fonksiyonunun bir de `olasilik fonksiyonu` olarak anilmasina neden olmaktadir.
Derleyen: Burak SAYIN, Uğur Emrah SURAT
ntvmsnbc
Güncelleme: 15:21 TSİ 07 Mayıs. 2010 Cuma

Etrafımızı çevreleyen gerçekliği en temel seviyeden makroskobik ölçeklere kadar anlama gayesi yüzyıllardır insanlığın kafasını meşgul ediyor. Doğanın işleyişini anlamaya çalışan bilimciler, Karanlık Madde’nin varlığından zamanın tek bir yönde ilerlemesine kadar birçok olaya nedensel açıklama getirmeye çalışıyorlar. Ortaya atılan argümanlar açıklanamayan birçok olguyla beraber yeni teorilere ışık tutuyor. Hawking’in deyimiyle ise varlığımızı kendimize açıklayabilmemizi sağlayacak tek yol “Tanrı’nın aklından geçenleri bilmek”.

Bu teorileri test etmek için, başını ABD’nin Chicago kenti yakınlarındaki Fermilab ile İsviçre-Fransa sınırında bulunan CERN laboratuarlarının çektiği parçacık hızlandırıcıları son hızla çalışmaya devam ediyor. Diğer yandan, doğanın işleyişini kurgulamaya çalışan teorik fizikçiler gün geçtikçe maddenin temel yapısına ilişkin çelişkili yaklaşımlar ortaya koyuyorlar.

Bu alandaki tüm teknolojik gelişmelere karşın, bahsi geçen yüksek enerji laboratuarlarında görev alan deneysel fizikçiler kısıtlı sayıda modeli test etme şansına sahipler ve bu nedenle de din adamlarını rahatsız edebilecek boyutta bir keşif, günümüz koşullarında oldukça uzak bir ihtimal gibi görünüyor.

Özetle ele almak gerekirse, mikroskobik ölçeklerde doğa kanunlarını açıklayan Kuantum Teorisi, madde ve enerjiyi kesikli aralıklarda sonlu bir uzayda tanımlarken, makroskobik ölçeklerde geçerliliğini koruyan Genel Görelilik Teorisi, ışık hızına yakın hızlara ulaşan madde ve enerji için sürekli aralıklarda sonsuz bir uzayı ele alıyor. Günümüz bilim adamlarının Kuantum Teorisi ile Genel Göreliliği aynı çatı altında açıklama çabaları ise farklı kulvarlarda devam ediyor.

İşte Tanrının aklından geçenleri anlamaya çalışan insanoğlunun ‘herşey’in teorisine ilişkin 7 farklı yaklaşımı:

1.Sicim Teorisi
Atomu 0 boyutlu parçacıklar (kuarklar ve elektronlar gibi) cinsinden ifade etmek yerine temelde tek boyutlu bir sicimin farklı harmonik salınımları (dalgalanma) ile açıklayan Sicim Teorisi bu modeller arasında en popüler olanı. Teorinin öngördüğü uzay-zaman geometrisini eğebilecek düzeyde salınımlar ise hayal gücümüzü zorlayan mikroskopik ekstra boyutların varlığını gerektiriyor.

İnsanoğlunun sicim teorisini deneysel olarak, doğrudan test edebilmesi, ulaşılması imkansız gibi görünen bir enerji duzeyi gerektiriyor. (Trilyon TeV'den fazla). Günümüzde ise LHC (Large Hadron Collider) ‘de erişebileceğimiz en yüksek enerji düzeyinin sadece 14 TeV olduğunu düşünecek olursak teorisyenlerin teorilerini ispatlamak için daha çok kahve tüketeceklerini düşünülebilirsiniz. Fakat CERN’den gelebilecek bir süpersimetri (SUSY) keşfi haberib de sicimlerin varlığını destekleyeceğinden önümüzdeki dönemin bu model için oldukça kritik olacağını söyleyebiliriz.

Bunlara ek olarak, kendi içerisinde de çeşitlilik gösteren sicim teorilerini tek bir çerçevede ele alan M‐Teori ise Çoklu Evren Modeli (Multiple Universes) ile, belli koşullar altında 10^500 (on üzeri 500) sayıda evren önerisi getirebildiğinden bilim adamlarının bile kafasını allak bullak etmiş durumda.

Teorik fizikçilerden , kullandıkları
yöntemler hakkında bir şeyler öğrenmeye
çalışanlara şunu önemle öğütlerim ;
onların söylediklerine aldırmayın ama yaptıklarına dikkat edin.
Albert Einstein

2. Kuantum Kütleçekimi Döngüsü (LQG)
Sicim teorisi kadar popüler olmasa da ona rakip olabilecek en önemli aday LQG olarak dikkat çekiyor. Modele göre evren, Kuantum Teorisinin öngördüğü gibi 10‐35 cm’lik kesikli aralıklardan oluşuyor ve içerisinde yaşadığımız uzay ile etkileşerek ‘braid’(bant) ve 'knot’(düğüm)lar aracılığı ile temel parçacıkları oluşturuyor.

Evrenin başlangıcına ilişkin olarak tutarlı tahminler yürütebilen bu teori içinde deneysel bir sınama yapmak şu an için oldukça zor görünüyor.

3. Nedensel Dinamiğin Uçgenlere Ayrıştırılması (CDT)
İlk bakışta LQG ile oldukça benzer özellikler gösteren bu teoride araştırmacılar arasında oldukça ilgi görüyor. Uzay zamanı 4 boyutlu ‘pentachorenos’ adı verilen temel bir topolojik bir yapıya indirgeyen bu kuram, extra boyutlara gerek duymadan bazı temel sorulara yanıt verse de, özünde maddenin oluşum sürecine dair bir çözüm önerebilmiş değil.
4. Kuantum – Einstein Kütleçekimi
Almanya’daki Mainz Üniversitesi fizikçilerinden M. Reuter’e ait olan bu kuramda problem, farklı bir açıdan ele alınıyor.

Normal şartlarda Atomik ölçekte etkisi ihmal edilen kütleçekiminin kendi kendisi ile etkileşmesi sonucu ortaya çıkan kümülatif (birikerek çoğalan) döngüler bu kuvvetin büyüklüğünü artırırken, alışılageldik fizik teorilerinde de yanlış giden bir şeyler olabileceğini işaret ediyor.

Bu konuda son gelişme M.Reuter’in teorisine sabit bir nokta ekleyerek, belli bir seviyeye kadar bu döngüleri olası kılması ile sağlandıysa da, tartışmalar kolayca son bulacak gibi görünmüyor.

5. Kuantum Graphity

Şimdiye kadar bahsi geçen tüm teoriler, uzay ve zamanın varlığını kabul ederek madde için varsayımlarını şekillendirirken, Fotini Markopoulou’nun başını çektiği Kanada’ki Perimeter Teorik Bilim Enstitüsüne bağlı bilim adamları bu tarz yaklaşımlardan uzak bir duruş sergiliyor.

Markopoulou’ya göre evrenin başlangıcında sözkonusu olan uzay bizim bildiğimiz şekilde varolmuyordu. Onun yerine birbirleri ile birebir etkileşime sahip boğum yapılı soyut bir iletişim ağı vardı. Bir süre sonra bahsi geçen bu fiziksel sistemin kendi içine çökmesi sonucu boğumlar arasındaki birebir etkileşimler kırıldı ve bildiğimiz anlamdaki Geniş Uzay kavramı ortaya çıktı.

6. İçsel Görelilik (IR)
MIT profesörlerinden Olaf Dreyer tarafından geliştirilen bu teoride, benzer şekilde genel göreliliğin kuantum ölçeğinde ortaya çıkabilmesi için alternatif bir seçenek olarak değerlendiriliyor.

Kuantum Teorisi’nde, doğadaki her temel parçacık kendi etrafındaki dönme kriterlerine göre ‘spin’ kuantum sayıları ile kategorize ediliyor. Dreyer’in modeli, maddeden bağımsız bir spin(döngü) kurgusu oluşturarak, bu sistem için rastgele bir düzenleme öneriyor. Belirtilen sistem belli bir kritik sıcaklığa ulaştığında bu spinler kendilerini düzenliyor ve belli kalıplar oluşturarak özelleşiyor. Bu durumda sistem içerisinde yer alan bir gözlemci, bu spin kurgusunu doğrudan algılayamazken, madde üzerindeki etkisini dolaylı olarak gözlemleyebilir hale geliyor.

Sonuç olarak kuantum mekaniğini Newton Mekaniği ile örtüştürmeyi başaran bu teori de göreli hız limitleri söz konusu olduğunda henüz yetersiz kalıyor.

7. E8
2007 yılında Hawai adalarında, yaşamının çoğunu sörf yaparak sürdüren ve belli bir enstitüye bağlı olmayan Garrett Lisi’nin ortaya attığı model de popülarite kazanmayı başaranlardan.

Evrendeki E8 simetrisini kullanarak 8 boyutlu kompleks bir matematiksel ‘kalıp’ (pattern)ın 248 boğuma izdüşümünü göz önüne alan Lisi, farklı tipte kuvvetlerin temel parçacıklar ile etkileşimini doğal bir şekilde ortaya çıkartabilecek bir metod geliştirdi. Yayınladığı makale kimileri tarafinda takdir edilip kimileri tarafindan çok sert eleştiriler Aldıysa da, Lisi çalışmalarına devam edebileceği bir fon elde etmeyi başardı.

TÜRK OLMAK NASIL BİR DUYGUDUR?

Paylaşmaya doyamayacağınız bir yazı.


Türkiye'nin ABD Seattle Fahri Konsolosu olan Sayın J. F. Gökçen'in "Türk olmak nasıl bir duygudur?" konulu yazısı…

Türk Olmak…


Aslında çok şeydir, Türk olmak.
Türk olmak, Osmanlı'nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi.

Kosova'da ve Bosna'da, Batı Trakya'da ve Makedonya'da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.

Türk olmak;

- Kıbrıs'ta,
-
Hocali'da,
-
Anadolu'da ve Balkanlar'da soykırıma uğrayıp
-
karşılığında yapmadığın soykırımla suclanmaktır.

Türk olmak;
- faşist olmaktır,
-
vatanına, milletine, tarihine sahip çıktığında…
-
demokrat ve cağdaş olmaktır,
-
vatanına, milletine, tarihine sövüldüğünde…

Türk olmak lisanının Avrupa'da yasaklanmasıdı r ve yine Türk olmak kendini ve derdini anlatamamaktı r.

Avrupa'da hor görülmek Türk olmaktır,

- ataların bir çok asır önce Viyana'yi kuşattiği için vehoş görülmemektir
- Tabii ki - sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana'yı yakmadığın için.


Türk olmak;
- Selanik'te Pontus Anıtı'nın,
-
Viyana'da çiğnenen yeniçeri minberinin ve
-
Malta'da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.
Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir.
- Üç kıtadan dönüp,
-
bir küçükyarımadada misafir muamelesi görmektir.
-
Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır, aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.

Türk olmak;
-
Arabaya koşulan ilk atın vatanında,
-
ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta,
-
yazının bulunduğu,
-
paranın icat edildiği
-
her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta,
-
kalkınmak icin yabancı sermaye beklemektir.
Türk olmak;

- Truva'dan bu yana,
-
Sümer'den bu yana serpilerek gelse de,
-
tarihten eski bu topraklarda,
-
bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen,
-
bir haftalık hafiza ile yaşamaktır.
-
Doğu Roma'yı da
-
Batı Roma'yı da yıkıp,
-
yeni Roma olan AB'ye girmeye calışmaktır, Türk olmak.
Türk olmak;
- Mostar'da köprüdür,
-
Kerkük'te kaledir,
-
İstanbul'da Kızkulesi'dir,
-
Anadolu'da buğdaydır,
-
Çukurova'da pamuktur,
-
Ege'de tütün,
-
Karadeniz'de fındık,
-
Trakya'da ayçiçeğidir.

Türk olmak;

- Çanakkale'de ölmektir.
-
Çanakkale'de ölmeden önce düşmana su vermektir,
-
onun yaralısını sırtında kendi hastanesine taşımaktır.
-
Düşmanın ardından rahmet okumak,
-
kanlısından helallik almaktır.
-
Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir.
-
Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır.
-
Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.

Türk olmak;

- harap bir ülkede,
-
zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip,
-
tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile,
-
paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen,
-
yedi düvele meydan okumaktır.

Türk olmak;
-
askere davul-zurna ile uğurlanmaktır,
-
belki de dönmeyeceğini bilerek.
Türk olmak;
- annenin, şehit oğlunun ardından; 'Bir oğlum daha olsun, onu da vatan icin göndereceğim.' demesidir.
-
Babanin gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken 'Vatan sağolsun!' demesidir.

Türk olmak;
-
'Türk çayında radyasyon olmaz!' yalanları ile,
-
'Gusül abdesti alana AIDS bulaşmaz!' dolanları ile yaşamaktır.

Her hükümetin
-
enkaz devraldığı, ama
-
asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.

Türk olmak;
- ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir.
-
Ayni nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır.
-
Göz hakkına, diş kirasına saygıdır.

Türk olmak;
-
Evindeki bir kap aşın yarısını Tanrı misafirinevermektir.
-
Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.
Türk olmak;
- milli maçta ağlamaktır.
-
Ayhan Işık'a, Belgin Doruk'a aşık olmaktır.

Türk olmak;
-
aşkını ölesiye sevmektir.
-
Aşkı icin ölmektir,
-
öldürmektir.
-
Sevdiceğinin elini bir kez tutamadan, toprağa girmektir.
En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir.
Eşkiyaya türkü yakmaktır, Türk olmak.

Milletine sövmektir
, ama başkasına sövdürmemektir, Türk olmak.



Türk olmak;

- Yunus'u bilmektir,
-
Aşık Veysel'i sevmektir.
-
Mevlana'yi, Haci Bektaş-i Veli'yi ve Hoca Yesevî'yi
-
tek bir satırını okumasa da yüreğinde taşımaktır.

Türk olmak;
- saz çaldığında,
-
ney üflendiğinde,
-
kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında,
-
yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir,
-
bir de Yemen Türküsü'nde...
-
Hayatın sana verdiklerine 'Nasip',
-
vermediklerine 'Kısmet'demektir.
-
Her işin 'Hayırlısına'inanmaktır ve
-
ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.

Türk olmak;
-
Asya'da batılı,
-
Avrupa'da doğulu diye tepki görmektir.
Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradan'dan ötürü sevmektir.
-
Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da,
-
silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir.

Türk olmak;

- mahalle maçı için ayni saatte,
-
on kişi buluşamazken,
-
milyon kişinin bir araya gelmesidir.
-
Tavla oynarken bile kavga ederken,
-
milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir.

Türk olmak;

- buhran zamanında Arjantin'de de mağazalar yağmalanırken,
-
daha ağır buhranda sıraya girerek,
-
sorumlusuna en ağır cezayi tek bir cam kırmadansandıkta kesmektir.

Türk olmak;

- en zayif gününde bile dünyaya meydan okumak,
-
en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek
-
tevekkül göstermektir.

Zor iştir Türk olmak. Türk olmak;
-
Anadolu'da her düşen yağmur damlasına hamdetmek,
-
her çıkan başak için şükretmektir.

Türk olmak,

medeniyetler mezarlığı Anadolu'da dik durabilmektir

İzleyiciler