26 Ocak 2009 Pazartesi

Shin Young-Rok

Sonunda birileri sesimizi duydu galiba; gıyaben dahi olsa bu transferde bir katkımız oldu sayıyorum.Yaklaşık 2 ay bu sayfada bir yarış kovaladık, sonunda pek mutlu olmasak da ''spor olan futbol''un varolduğu bir ülkenin şampiyonluk yarışının peşinden koşmaya çalıştık.Konuya dair ilk yazıda: ''Tabii bu anda akla hemen bir soru geliyor: 1.5 yıldır Şenol Güneş ile irtibatta olan herhangi bir kulübümüz yok muydu?(...)İstanbul kulüpleri, Anadolu kulüpleri sormazlar mı, bakmazlar mı bir telefon uzakta bir Türk çok farklı bir portföyün içinde, diye?Tavsiye dahi almazlar mı?'' demişiz.Sonunu da: ''Ucuz ve kaliteli transfer sıfatıyla, UEFA Kupası ya da CL vitrini imkanı yoluyla Batı Avrupa'dan sözleşme vaadiyle ülkemizde pekala pek çok Uzakdoğulu futbolcu forma giyebilir.Park Chu-Young bunlardan en tepede olanı, onun treni çoktan kaçtı.Kimler halen istasyona yakın olabilir, kimin trenine binebiliriz, o da FC Seoul-Şenol Güneş-Kore özelinde Uzakdoğu Futbolu temalı birkaç gün sonraki yazıya kalsın.'' diyerek bitirmiştik ve 2 ay boyunca pek çok isim zikretmiştik.Seoul anahtarı ile arama yapıldığında tüm yazılara ulaşılabilir.

Birileri sonunda uzaklarda da farklı bir şeyler olabildiğinin farkına vardı.Öyle ya da böyle, usulen bir mükemmellik olmasa da bir Güney Koreli futbolcu, Türkiye'de Bursaspor forması giyecek.Menejerler mi getirdi, nereden haberdar olundu net bir açıklama henüz yapılmamış olsa da ''Güney Koreli golcü Shin Young-Rok için teknik direktör Şenol Güneş’ten bilgi aldık. Bize iyi bir golcü olduğunu ifade etti. Ayrıca Milli Takım forması giymiş bir futbolcu olduğu için tercih ettik.'' açıklaması bizzat Bursaspor Başkanı İbrahim Yazıcı'dan geldi.Birinin Şenol Güneş'i kullanmayı akıl etmiş olması bile çok büyük bir adımdır.Transfer Bursaspor'a faydalı olur ya da olmaz, bunlar ayrıca değerlendirilmeli; esas doğru zamanla görülür zaten.Önemli olan, bu ölçekte bir oyuncunun Türkiye'de oynayacak olması, yurdum futbolu transfer politikaları için bir umut ışığı...
Bir süre bu oyuncunun ismine dair çeşitli komediler yaşanacak, önce bunun doğrusunu belirtelim.Futbolcunun adı Young-Rok, soyadı Shin.Bir süre yalnızca ''Koreli'' diye bahsedilecek kendisinden, bir süre sonra yanlışları doğrulatarak umarım adını ezberletir.Şenol Güneş referansı, Bursaspor'un tercihinin bir numaralı etkeni, olması gerektiği gibi.Transferin futbolcu tarafında ise Başkan'ın da demecin devamında belirttiği üzere ''Dünyanın tanıdığı futbolcu'' tanımlaması doğru, hatta eksik.Şenol Güneş yakınen tanıyordur Young-rok'u, nitekim bu yıl normal sezon fikstürü dahilinde geçtiğimiz Nisan aynında oynanan ve Suwon'un FC Seoul'ü 2-0 mağlup ettiği maçta son şampiyon Suwon'un iki golünün altında da Shin Young-Rok imzası vardı.İlki uzak mesafeden muhteşem bir şut, diğeri ise geniş alanda gelişen atakta uzak köşeye düzgün bir vuruşla atılmıştı.Sağ ayağını çok iyi kullanabilen bir forvet oyuncusu Shin Young-Rok, ülke futbolunun son ihracı Monacolu Park Chu-Young ile birlikte 2002 Dünya Kupası sonrası furyasının ardından gelen yeni dalganın temsilcilerinden.

1987 doğumlu oyuncusun dünya vitrinine çıkışı, bu yıl 8.si düzenlenen 2006 Katar U-20 Gençler Dostluk Turnuvası ile oldu.Attığı 5 golle bu turnuvanın gol kralı olan Young-Rok Shin, bu turnuvanın ardından ulusal takımın çeşitli kademelerinde forma giydi.2007 yazında FİFA U-20 Dünya Şampiyonası'nda oynadığı 3 maçta 2 gol attı; Amerika, Polonya ve Brezilya'nın yer aldığı grupta Güney Kore sonuncu oldu ve turnuvaya gruplarda veda etti.Bir yıl sonra, geçtiğimiz yaz Güney Kore'nin Pekin Olimpiyatları için oluşturduğu U-23 takımı kadrosundaydı.Takımın durumu, bir yıl öncesine benzer bir sonucu doğurdu ve bu turnuva da gruplar düzeyinde tamamlandı.İki kez 45'er dakika forma giydi Shin, Olimpiyatlar sonrası Dünya Kupası Elemeleri'nde de ulusal takımda yer bulsa da halihazırda Suudi Arabistan maçı için son açıklanan kadroda adı yer almadı.Bu arada Suwon Bluewings ile bir de lig şampiyonluğu yaşadı ama 2009 yılbaşı itibariyle biten kontratını uzatmadı ve Avrupa'ya gitme hayalinin peşinden koşmaya niyetlendi.
FC Seoul - Suwon final serisinde eğer Şenol Güneş'in elinde bir Shin Young-Rok var olsa idi, büyük olasılıkla kupa el değiştirecekti; bunu maç yazısında da belirtmiştik.Serinin ilk maçında Shin Young-Rok sakatlanmış, yerine giren veteran oyun kurucu Lee Kwan-Woo maçı çeviren, belki de kupayı getiren asisti yapmıştı.Bir süredir K-League'in en değerli oyuncusu Park Chu-Young idi, o da sezon sonunu beklemeden ülkeden ayrılmış; FC Seoul'ün şampiyonluğu belki de o günlerde kaçmıştı.Samsung sponsorluğundaki Suwon'un imkanları daha fazlaydı ve Avrupa geçmişi olan Koreli'leri ülkeye geri getirerek geçtiğimiz sezon için şampiyonluğun bir numaralı adayı haline gelmişlerdi.Buna rağmen, şimdilerde ülkenin en yüksek profilli transferini yapma ihtimali olan oyuncu yine FC Seoul kadrosundan: Ki Sung-Yueng.Bu yıl ''ligin en iyi orta saha oyuncusu'' ödülünü de aldı, 1989 doğumlu olmasına rağmen ulusal takımın orta sahasının en önemli oyuncusu konumunda.Ulusal takımın orta sahasındaki bir diğer önemli isim yine FC Seoul'den, 88 doğumlu Lee Chung-Yong; K-League'in potansiyeli en yüksek görülen oyuncuları.Manchester United'ın ''her işi yapan'' orta saha oyuncusu Park Ji-Sung hepsinin kahramanı, United'ın Temmuz ayında yapacağı Seul ziyaretinde bu ikiliden biri İngiltere'ye yol alabilir.Shin Young-Rok'un bu isimler arasında bir yere koyacak isek; uluslararası gençler turnuvalarındaki performansı ile ülkenin üzerine en çok düştüğü oyuncu genç oyuncu olmuş olsa da son iki yılda bu çizgisini daha yukarılara taşıyamadığını söyleyebiliriz.
Ülkedeki transfer hareketlliliğinden biraz bahsedersek; Park Chu-Young'dan memnun kalan Monaco, şu sıralar Suwon'un savunma oyuncusu Cho Won-Hee ile görüşüyor.Savunmadaki alternatiflerden Cho Won-Hee ve Lee Jung-Soo ile birlikte son şampiyonlukta büyük pay sahibi olan Hırvat stoper Mato Neretljak'ı kaybeden Suwon, şu sıralar kelepir oyuncu bol bulunan Rus pazarından (edit) Avusturyalı savunmacı Martin Stranzl'ı kadrosuna kattı.Shin Young-Rok'ın takımdan ve ülkeden ayrılması ise tamamen ''Avrupa'' hedefiyle ilişkili.Bu hedefin daha kısa yoldan gerçekleşme ihtimali kendisine bağlıydı; fakat bir alt basamak sayılabilecek Türkiye düştü kariyerine.Bu açıdan bakıldığında aylar önce bahsettiğimiz ''belli bir yol haritası olan transfer'' normlarına uyuyor Bursaspor'un tercihi.Bilinmesi ve üzerine düşünülmesi gereken şudur ki, bu oyuncu Türkiye'ye elinde üzerinde birtakım sayılar barındıran bir kariyerle geliyor ve burada kalmak istemiyor.Kullanıp ıskartaya çıkaracağınız değil, parlatıp kazanç sağlayabileceğiniz bir oyuncu.K-League'in en değerli oyuncusu Park Chu-Young'un 2 milyon avroya transfer yaptığı Güney Kore piyasası, her mevkiiye ucuz, kaliteli ve vizyon sahibi transfer vaad ediyor.Bir de Türk var o topraklarda, görüldüğü üzere yalnızca bir telefon uzaklıkta.Bunun farkına varılmış olması dahi çok önemli bir adımdır bana göre.

Shin Young-Rok sözleşmesini aldı eline ve Türkiye'ye geldi.Güney Kore'nin en çok değer verdiği genç oyunculardan biri sıfır maliyetle Bursaspor'da.Kendisinin Türkiye geleceğini pek uzun görmüyorum; iki alternatiften birisi 1.5 yıl içinde gerçekleşecektir.Shin Young-Rok, ya Kore yarımadasına kesin dönüş yapacak ya da daha Batı'ya yol alacak.K-League'de off-season günleri şu sıralar; idman durumu nedir, bilemiyorum.Shin Young-Rok'ın Bursaspor'da başarılı olmasıyla bir garip sanrı; bu umursamaz, farkındalık arz etmez ''ötekiler'' tavrı yok olabilir ve Türkiye Futbolu transfer politikasızlığına dair bir umut ışığı doğabilir...

Noat Samisa

James Troisi

James Troisi

Bu haftanın en dikkat çeken adamı.Bu performansla giderse sezonun da en ilgi çekici adamlarından biri olabilir Troisi.Kayserispor gibi değil Türkiye'nin Avrupa'nın en az gol yiyen takımlarından birine karşı 3 gol atmak karşı takım 10 kişi olsa bile yine de bir başarıdır.
20 yaşındaki bu genç adamın ailesi de bir acayip.Anne Yunan, baba İtalyan ve doğum yeri Avustralya.Milli takım seçimi ise doğduğu yer olan Avustralya yönünde olmuş.Avustralya-İngiltere arasındaki bağların yüksek olması sebebiyle genç yaşta Ada'ya ayak basabilmiş.Newcastle genç kademesinden A takıma kadar doğru yükselmiş.Fakat o seviyede işler pek istediği gibi gitmemiş James'in.Geçen sezon sonu kontratı sona ermiş fakat Newcastle herhangi bir girişimde bulunmayınca bir bakıma ortada kalmış James.Burada devreye İlhan Cavcav giriyor.Daha eski dönemlerde Afrika'yı kendine mesken edinen İlhan Cavcav son yıllarda Avustralya'ya doğru kaydı.Özellikle bu sene aldıkları Djite'den de önemli şeyler bekliyorlar.Neyse İlhan Cavcav elini çabuk tutup Troisi'yi Ankara'ya getirdi.Şu ana kadar oynadığı oyunla da kendini ispat etti.Troisi henüz 20 yaşında ve bu yaz Olimpiyat Milli takımında yer almasını sağlayan bir yeteneğe sahip.Ortasahanın hücuma dönük her pozisyonunda oynayabilen oyuncuyu öne çıkaran özelliği öncelikle hızı ve top kontrolü.İki ayağını kullanabilmesi de cabası.
Böyle özelliklere sahip, 20 yaşında, milli takımında da zaman zaman forma şansı bulabilen bir oyuncuyu İngiltere'den getirmek tabi ki büyük bir yönetim başarısıdır.İlhan Cavcav en fazla 2 sene sonra Troisi'yi Premier Lig'e yolcu eder.Hem de çift haneli rakamlarla.Bakalım İlhan Cavcav'ın bundan sonraki hedef bölgesi neresi olacak.Asya, İskandinavya..?

Spormax Turksat'ta


Kar-zarar hesabı yapacaksak ki, şu ortamda Türk sporunun boyunduruğu konumundaki yayıncı kuruluşa her türlü ''bel altı'' çalışma müstehaktır, sezon başı Digiturk'e teslim olanların bu karar sonrası sinirleri bozulmuştur; benim de bozuldu.Yarından itibaren isteyen Turksat Digiturk abonesi, 7.90'lık fark ile Spormax izleyebilecek.Başlangıçta direniş, gel-gitlere rağmen teslim olmuştum; geç gelen bu kararla ''zararın neresinden dönülse kardır'' atasözü geçerli olabilir.Turksat'ta Lig Tv, yanına 7.90 TL'ye Spormax; uzun sözleşmeye imza koymamak koşuluyla sezonun geri kalan kısmı için ''Digiturk konusundan bonservisi elinde olanlar için'' en uygun seçenek gibi görünüyor.Spor müsabakalarını kimse izleyemeyince/açık kanaldan yayın olmayınca statlarda/salonlarda pek bir şey değişmiyor, sezon başından bu yana basketbol salonlarında bu durumu bizzat gayet net olarak gözlemledik.Artık şu yalanı kimse zikretmesin, rica ediyorum.Premier League de böylelikle kafe ve barların tekelinden kurtuluyor; ama gidip de Spormax'e 1 yıllık peşin para vermeyin.Üzülürsünüz.

Trabzonspor'un Pilot Takımı Maastrich

YEL DEĞİRMENLERİNDE HORON


















Blogun okuyucularından ShadoW'un da katkısıyla akşam saatlerinde güzel bir haberle karşılaştım. Türk futbol tarihi için dönüm noktalarından birisi daha. Daha önce İstanbul'un 3 büyük kulübünün bu anlamda çalışmaları vardı. Galatasaray-Beylerbeyi ilişkisi böyle bir ilişkiydi mesela. Anadolu'daki bazı belediye takımları ve büyükşehir belediye başkanlarının aynı zamanda kulüp başkanı olduğu takımlar da bu yola gittiler. İlhan Cavcav'ın da resmi olmasa da Afrika'daki birkaç kulüple istikrarlı devam eden bir ilişki olduğu söylenirdi. Ama Avrupa'nın önemli futbol ülkelerinden birinde mücadele eden bir takımın "pilot takım" olarak bir Türk takımıyla ilişki içerisine girmesine çok rastlamıyorduk. Trabzonspor bu anlamda önemli bir aşama kaydetti. Bordo-mavililer Hollanda'nın Limburg eyaletinde yer alan Maastricht kentinin takımı MVV ile "pilot takım" şartlarını içeren bir anlaşma imzaladı. Buna göre Hollanda kulübünde yer alan futbolcuların transferlerinde Trabzonspor öncelik hakkına sahip olacak, ayrıca MVV kendi yapacağı transferlerde Karadeniz ekibinden maddi destek alacak ve iki kulüp aralarında futbolcu alışverişinde bulunacaklar. Bu anlaşmanın ilk meyvesi gerçekleşti. Trabzonspor kadrosunda bulunan kaleci Jefferson MVV'nin yolunu tutarken, 19 yaşındaki Belçikalı orta saha oyuncusu Christian Bruls Trabzonspor'un maddi kaynağı ile Belçika'nın Eupen KAS takımından MVV'ye transfer edildi. Belçika 20 yaş altı milli takımının oyuncularından Brüls Maastricht'de 1 sene boyunca forma giyecek ve Trabzon bu süre sonunda futbolcuyu arzu ederse transfer etme önceliğine sahip olacak.

MVV, 1902 yılında kurulmuş bir ekip. Tam adı "Maastrichtse Voetbal Vereniging" yani "Maastricht Futbol Birliği". Kenneth Perez Hollanda futbolunda ön plana çıkmadan önce MVV formasıyla kendinden söz ettirmeye başlamıştı. Bugün Hollanda Milli takımı forması giyen Wilfred Bouma, Danny Landzaat gibi oyuncular da daha önce MMV formasını giydiler. Mircea Lucescu takımının defansif orta sahası, kimilerine göre futbol katili Bülent Akın'ın da futbola başladığı kulüp MVV. Takımın başında da bir Türk var. Fuat Çapa. Geçtiğimiz sene önemli projelerle Gençlerbirliği'nin başına gelen ama son 2 senedir başkent ekibinin yaşadığı teknik direktör hezeyanının sonucunda bileti kesilen Fuat Çapa. Şu andaki kadroda da 4 adet Türk oyuncu bulunuyor.

Türk futbolu için oldukça sevindirici bir adım. Trabzonspor'un bu adımı atarken futbolcu fabrikası Hollanda'yı seçmesi ayrıca övülmesi gereken bir nokta. Bordo mavililer daha önce de Jean Marie Pfaff, Hans Sommers, Karel D'Haene, Bernd Thijs gibi isimlerle Benelux futboluna olan ilgisini belirtmişti. Umarız bu ilgi bu sefer yerinde transferlerle takımı ileriye götürür. Aynen her iki kulübün bu karşılıklı yapılanmada amaç edindikleri gibi.

CEO


Futbol Direktörü, Sportif Direktör, Menajer, Genel Koordinatör....Bir dolu adı var o mevkinin. Ama ad değişse de görev aynı. Kısaca tanımı "başkanla teknik direktör arasındaki köprü adam". Son 10 yılda popüler oldu dünya futbolunda, son 5 yıldır da bir kaç sima ile Türk futboluna giriş yaptı. Ali Dürüst, Bülent Tulun, Adnan Sezgin, Sinan Engin, Abdürrahim Albayrak gibi isimlerle. Arada kalan bir adamın taraf tutmaması çok zordur. Hele bu gibi durumlarda. Dolayısıyla bu isimler de dahil olmak üzere bu köprü adamlardan bazıları başkana daha yakın oldular (Sinan Engin, Adnan Sezgin gibi), bazıları da teknik direktöre (Abdürrahim Albayrak, Ali Dürüst gibi). Bülent Tulun'u ayırmak lazım. Bize göre Eric Gerets-Özhan Canaydın arasında enfes bir denge kurmuştu ki onun görevden alınışı halen Galatasaray yönetiminin en büyük hatalarındandır ve bir şampiyonluğa patlamıştır. Genelde bu adamların bir kaderi var, başkanın casusu olarak görülmek. Örneğin Celtic hocası Gordon Strachan'ın "saygısızlık etmek istemem ama, bu mevki başkanın kulüpte ne olup bittiğini öğrenmek için yaratılmış bir mevki gibi geliyor" şeklinde bir demeci var. Buradan hareketle Premier Lig'deki bu köprü adamları bir inceleyelim dedik.

Arsenal'de böyle bir adam yok. Arsene Wenger halen tek adam ancak ilginç şekilde oraya bir ismi atamak istiyor. Takımın eski defans oyuncusu ve şu anda kulüpte scout olarak görev yapan Gilles Grimandi en büyük aday. Aston Villa'da da bu mevki boş. Menajer Martin O'Neill başkan Randy Lerner ile doğrudan ilişkide ve futbol takımı ile ilgili bir tavsiye almak istediğinde doğrudan antrenörler John Robertson ve Steve Walford'a başvuruyor. Blakcburn Rovers bu işi 1995'te Kenny Dalglish'le denedi. Ama takımı 2 sene önce şampiyon yapan Dalgslish yeni görevinde fazla kalamadı. An itibarı ile başkan John Williams ve Paul Ince bütün işleri beraber yürütüyorlar. Chelsea'de işler biraz karışık. Tepede sahip Abramovich altında başkan Bruce Buck, CEO Peter Kenyon, scout ekibinin ve akademinin başı ve 15 adamı kapıyı görünce kendi koltuğu da salanmaya başlayan Frank Arnesen ve teknik direktör Scolari var. Yani aşırı kurumsallaşmış bir yapı. Everton'da David Moyes ve başkan Bill Kenwright bütün transfer işlemlerini yürütüyorlar. Ayrıca Futbol şubesinin başı David Harrison ve CEO Robert Elstone'un da ufak fonksiyonları var. Fulham Roy Hodgson göreve geldiğinde futbol direktörü Les Reed'i görevden aldı ve başkan Al-Fayed ile İskoç teknik adam arasında kimse kalmadı. Sürpriz ekip Hull City'nin de tampon bölgesi bomboş. Phil Brown'un danışacağı isim yanında oturuyor, asistan Brian Horton. Rafa Benitez Liverpool'da yalnız değil. Gillett-Hicks ikilisinin yanında CEO Rick Parry de transfer işlemlerinde söz sahibi. City Mark Hughes'un üstünde Sulaiman al-Fahim, CEO Gerry Cook'tan oluşan bir çatı kurmuş durumda ve Robinho transferinde olduğu gibi her zaman hocanın fikrini almadan hareket edebiliyor. Manchester United bu mevkinin bahsinin bile geçmeyeceği tek kulüp. Sir Alex Ferguson'ın 25 yıllık duruşu kulüpte böyle bir mevkiyi imkansız kılıyor. Middlesborough'da Gareth Southgate tek yetkili. CEO Keith Lamb ve Neil Bausor bürokratik işlemleri halletmek için orada bulunuyorlar. Newcastle bu konuda en kalabalık kulüp. Teknik direktörle beraber takımın iradesini paylaşan başkan, yönetim kurulu başkanı, CEO, ikinci başkan, teknik koordinatörden oluşan bir ekip var. Zaten nerde çokluk orda tezek demişler. Kulüp senelerdir sürünüyor. Stoke City'de futbol direktörü John Rudge 1999'dan beri görevde. Genç yetenekler ve transfer görüşmeleri konusunda önemli yetkileri var. Sunderland'de bir hemşeri ilişkisi var zaten. Hoca Roy Keane başkan Niall uinn olunca CEO Peter Walker'a Keane ne diyorsa onu yapmak düşüyor. WBA'da sportif direktör Dan Ashworth menajer Tony Mowbray ile oldukça yakın ilişki içerisinde. West Ham'da Gianluca Nani göreve geldiğinde kulüp tarihinin ilk teknik koordinatörü oldu. İlk görevi Alan Curbishley'in yerine bir hoca bulmaktı. Zola'yı tuttu getirdi. O da hemşerilik ilişkisini kurdu. Wigan'da da Steve Bruce transfer görüşmeleri için genel direktör John Benson'la beraber çalışıyor.



Rapor şu 5 kulüpte böyle bir mevki hiç yok. 5 kulüpte böyle bir mevki var ama tamamen bürokratik işleri halletmek için oradalar ve büyük yetkileri yok. 4 kulüpte bu mevki teknik direktör ile büyük bir uyum içinde çalışıyor ve genelde onun direktifleri ile hareket ediyor ve genelde uzun süredir bu görevde olan güvenilir isimler. 5 kulüpte bu mevki ve hatta daha fazla görevli var. Bunlar Liverpool, Manchester City, Chelsea, Newcastle United ve Tottenham. Son ikisi zaten tepetaklak olmuş durumdalar ki onlardan Tottenham'ı kurtarma sinyalleri veren Harry Redknapp 4 sene önce Portsmouth'da iken kulüp üstüne Velimir Zajec'i oturtunca istifayı vermiş ve sonra özel şartlar ile geri dönmüş bir adam. Liverpool, Chelsea ve Manchester City büyük servetlerin üzerinde oturan isimleri tek başına bırakmak istememişler tabi. Benitez Alex Ferguson kadar şanslı değil. Kendisini kanıtlaması ve Amerikalı ikiliyi geri çekmesi için en az bir Premier Lig şampiyonluğu gerekiyor ve görünüşe bakılırsa onun bu yıl olması gerekiyor. Chelsea ve City ise mevcut sistemleri ile bir süre daha devam edecektir.

Dolayısıyla bu mevkinin olmazsa olmaz, başarı için şart olduğu gibi bir ortam yok asla dünya futbolunda. Hele İngiliz ve Türk kulüplerinin kurumsal yapısı göz önüne alındığında bu iyice ortaya çıkıyor. İngiliz başkanlar bu kulüpleri parayı bastırıp satın alıyorlar. Yani bu kulüplerin sahibi durumundalar. Türkiye'de ise başkanlar seçim sonucu göreve geliyorlar ve yanlarında önemli yetkileri olan bir dolu yönetici bulunuyor. Futbol şubesi için de zaten birisini atıyorlar. Bir de bunun üzerine gelen "menajer" adındaki kurumun neye yaradığı ve gerekliliği gerçekten tartışılması gereken bir kurum. Sadece bir futbol kulübü olan İngiliz takımlarının sadece %20'sinin özel şartlarla başvurduğu bu yöntemin ülkemizdeki örneklerinin, ortaya çıkan sonuçlar göz önüne alındığında çok da başarılı olduğunu söylemeyeyiz.

Amauri ne yapsın?

Juventus'ta döktürüyor Amauri, gollerini Palermo'da oynar gibi rahatça atıyor, attırıyor. Geçmişine bakınca Toni benzeri bir profile sahip olduğunu görüyoruz. Tırnaklarıyla gelmiş bugünlere 80 doğumlu oyuncu. 23 yaşına kadar sürünmüş desek yanlış olmaz. 2002'de Piacenza'dan Empoli'ye geçmiş. Arada bir kiralık sezon sonrasında üst düzey performans ve 4.5 milyona Chievo'ya. 3 sezonluk Chievo macerasının ardından 8.5 milyona Palermo forvetine. Şimdilik son durak +20 milyona Juventus, seneye neler olur bilinmez.


Oynadığı 2 maçtan birinde kaleyi bulan bu adamın şimdiki gündem maddesi milli takım forması. Amauri Brezilyalı. O muhteşem formayı giyebilecek bir performansa sahip olduğu şu günlerde ısrarla ve inatla o formayı kovalamayı yeğliyor. Gönlünden geçenin Brezilya olduğunu her fırsatta dile getiriyor, davet bekliyor işte adam. Tamam çok zor o formayı giyebilmek ama bu adamın hayatı zaten yeterince zorlukla dolmuş ve üstesinden gelebilmiş hepsinin.

Öte yanda annesi var Amauri'nin. Eşlerini ikna edemeyen topçuların yanına şimdi bir de anneleri eklendi. Madam Amauri, evladına İtalya'nın çok şey kattığını ve Azzuri olmasını gerektiğini söylüyor orda burda.

Şöyle bir düşünüyorum, hayatımda böyle bir sorun olsa, ben de arada kalsam, İtalya - Brezilya arasında. Ya hadi tamam, İsviçre - Avusturya arasında kalayım dert değil. Dert mi, değil mi, ne bileyim.

Amauri'nin bir milli takımda oynaması gerekiyor velhasıl, hangisi olursa olsun yakışır, iş yapar. Bize de izlemek düşer.

THE ACADEMY





























İngiltere futbolunun en sağlam yapılarından bir tanesi Liverpool'ın Kirkby'de yer alan futbol akademisi "The Academy". Bu okulun son üyelerinden birisi ada futboluna damga vurmaya hazırlanıyor. Ama öncesinde biz bu kurumsallaşmış yapıya bir göz atalım. Michael Owen, Steve Mc Manaman, Robbie Fowler, Steven Gerrard (resimde orta sıra soldan 2. Liverpool'lı) gibi isimleri çıkaran bir dönem Wayne Rooney'in de top koşturduğu Liverpool akademisi ülkenin en önemli yetenek madenlerinden bir tanesi. Akademi sadece Liverpool'a değil, yukarıdaki isimlerden görüleceği gibi İngiltere milli takımının da çok önemli bir altyapı kaynağı. Bu kaynak aynen Ajax'ın alt yapısı gibi düzenli, görevleri belli ve profesyonel bir ekibin bir araya geldiği, gençlerin kademeli olarak yeteneklerini gelişip eğitildiği bir yapıdan çıkıyor. 3 aşamalı bir eğitim sistemi var. İlk önce sayısız aday arasından seçilen gençler "Pre-Academy" adını verilen ve 5-8 yaş arası çocuklardan oluşan bir yapı karşımıza çıkıyor. Burada amaç hem yeteneği çok genç yaşlardan kazandırmak hem de akademiye yeni katılmış antrenörlere eğitim alanı sağlamak. İkinci aşama "Schoolboys" adı verilen 9-16 yaş arası gençlerin yaş gruplarına göre oluşturduğu ve haftada 4-5 saat boyunca okul sonrası akademiye gelip antrenörlerle vakit geçirdiği yapı. Bu kademede yer alan takımların tümü her hafta diğer akademilerin gençleri ile bir maç yapıyor. "Schoolboys" yukarıda saydığımız tüm isimlerin zamanında forma giydikleri takım aynı zamanda. A takıma girilmeden önceki son aşama ise "Scholarship". Burada yetenekleri iyice ortaya çıkan ve kulübün gelecekte A takım için düşündüğü isimler 16-18 yaş arası burs programına dahil ediliyor. Tüm eğitim masrafları karşılanıyor ve antrenörlerle tam zamanlı seanslara devam ediyorlar. Bu arada belirtelim Liverpool akademisinin tek amacı kendi camiasına futbolu yetiştirmek değil. Akademinin İngiltere'nin diğer kulüpleri için oyuncu yetiştirme gibi bir hedefi ve fonksiyonu da var. Liverpool Schoolboys'da eğitim gördükten sonra 10 yaşında Everton'a transfer olan Wayne Rooney bunlardan birisi örneğin. Akademide özellikle burs kazanıp 16-18 yaş arası eğitime alınan futbolculara uygulanan müfredat oldukça yoğun. Kişisel gelişim programları, davranış bilimlerini içeren ve oyuncunun karakterinin gelişimine yardımcı olan dersler, ağırlıklı antrenman programları gibi...



















Okulun son ürünleri, yani Liverpool'ın 2008-09 takımında dikkatimi çeken 2 isim var. Birincisi Hakan Duyan. Watford doğumlu. 16 yaş altı takımının kalecisi idi geçen sene. Bu sene 18 yaş altı takımının hocası Hughie McAuley onu 18 yaş altı takımına aldı. Chris Oldfield ve Deale Chamberlain ile birlikte takımın 3 kalecisinden birisi. Birkaç yıl içinde A takımı zorlaması bekleniyor. Liverpool'ın Şampiyonlar Ligi listesinde Oldfield ve Chamberlain'ın yerine 4. kaleci olarak onun isminin verilmesi önemli bir mesaj. Bu sene 18 yaş altı takımı ile sadece Coventry City maçına çıktı. Türk milli takım yetkilileri onu 19 yaş altı kadrosuna davet ettiler geçtiğimiz aylarda. Kadrodan tanıtacağımız ikinci isim Lauri Dalla Valle. İsmini görünce "yuh be FM" dedim. Football Manager serisinin son 2-3 yılındaki en gözde genç yeteneği belki de. FM 2008'de oyun açıldığında 14 yaşında Finlandiya Ligi takımlarından Jippo Joensuu forması giyiyor. Liverpool onu 2006'da test sürüşü için akademiye çağırdı. Ekim 2007'de Chelsea 1 milyon pound peşin ödeme içeren 3,5 yıllık bir kontrat teklif etti üstelik Liverpool'ın önereceği her rakamın 2 katını ödeme sözü verdi. Ama o 2011 yılına kadar Liverpool ile kontrat imzaladı. Babası mantar ticareti ile uğraşan Loreno Dalla Valle isimli bir İtalyan. Finlandiya'nın gelmiş geçmiş en büyük yetenek adaylarından birisi kabul ediliyor.




















"Akademinin son üyelerinden birisi" dedik yazıyı açarken. Yeni Rooney yakıştırması yapılan bir adam. John Marsden. Celtic ile geçtiğimiz hafta 3,5 yıllık bir sözleşme imzaladı. Liverpool forumlarında onun elden kaçırıldığı için ufak bir öfke var. Her iki ayağını da kullanabilen ve yaşına göre oldukça güçlü bir oyuncu olduğu onu izleyenlerin yorumları. Liverpool Scholoboys ile 1,5 sezonda 51 golün altına imza koymuş bir isim. 2-3 yıl içinde ismini İskoç futbolundan başlayarak duyacağız.

Barça'dan Rakamlar

Barça'dan Rakamlar

Barcelona'nın 20 maçta 63 golü var. 3 gol ortalamayla gidiyorlar. Kalan hafta sayısı 18. Hedef ise Real Madrid'in gol rekoru. Rekoru kırmak için 45 gole ihtiyaçları var. Oynayacakları maç sayısı ise 18. Eto'o da Hristo Stoichkov'u geçecek bu sezon. Bulgarın Barça kariyerinde 117 golü var. La Liga'nın gol kralı ise 115'de. Barcelona'nın Messi için bonservise yazacağı yeni rakam ise 254 milyon euro. Bunu yapabilmeleri için Messi'nin ücretini katlamaları gerekiyor...

TOP 10 ABSÜRD STADYUM



















Akçaabatsebatspor'un stadı Türkiye'nin en absürd stadyumlarından. Denize yakınlığı sebebi ile sahadan güçlü bir şutun denize kaçtığı yönünde şehir efsaneleri dolaşır. Bunun dışında otoyolun kenarında bulunan Ali Sami Yen Stadı'nda, misafir ve ev sahibi takımın bayraklarının çekildiği yeni açık tarafındaki direklere, otoyoldaki trabzanlardan atlamak kaydıyla girildiğine kendi gözlerimle şahit olmuşumdur. Tabi hayati tehlike atlatılarak. Aşağıda yine sizden de birçok örneğin geleceğine inandığımız dünya üzerindeki 10 absürd stadyum var. Buradaki ana kıstaslarımız mimari, stadın lokasyonu ve tribünlerin durumu belirtelim.

















10-Estádio Municipal de Braga:
10. sırada bu dalın en çok tanınanı var. Bu stadı mimarisi, lokasyonu bir yana Euro 2004'te Portekiz hükümetinin en çok parayı harcadığı stad olması absürd yapıyor. Tam 83 milyon euro ile turnuvadaki diğer 10 stadyumundan daha pahalıya patlamıştı inşası. Tabi bu rakamın oluşmasında tribünlerin yapımı değil o kayaların delinip stadı oturtmanın da payı var. Kentin takımı SC Braga maçlarını bu stadda oynuyor.



































9-Gospin Dolac, Imotski: Yine kayaların arasında bir stad. Hırvatistan Ligi 2. lig takımlarından NK Imotski'nin Stadı. Bu seferki stad değil resmen coğrafya sınavı. Kayalar, platolar, stadın hemen sağındaki büyük Imotski gölü, arkada surlar. Bu sahada Japon futbolcu oynasa 90 dakika boyunca maçı bırakıp fotoğraf çeker. Bu stadın turnikesi nerededir, ayrıca o balkon gibi yerden bakanlardan bir ücret alınır mı çözemedim.



































8-Kråmyra Stadium, Ålesund:
Norveç Ligi takımlarından Aalesunds FK'nın 2 sene önce geçtiği Color Line Stadyumu'ndan önce kullandığı çok amaçlı stadyum. Ben ömrümde çok beleştepe gördüm ama böylesini görmedim. Resmi beleştepe. Adam resmen beleştepeye pankart açmış, tifo yapmış. Aslında günümüz endüstriyel futbol düşmanlarının mekanı tam. "Burası benim yerim" diye kimse kimseyi kaldıramaz koltuk yok, açık arazi. Ancak "şu taşın yanı benimdi, şu dikenin üstü senindi" diye tartışma yapılır o kadar. Atanalırspor felsefesi hala yaşıyor anacığım.



















7-Igralište Batarija, Trogir: Yine Hırvatistan ikinci Ligi yine bir coğrafya dersi. Bu sefer yerşekilleri koy, körfez, boğaz, yarımada, ada şeklinde. HNK Trogir takımının stadı 1.000 kişilik ama kale surlarıyla beraber rahat bir 5.000'i bulur. Tam Türk basınına göre bir stad. Her maç sonrası başlık hazır zaten. "HNK Trogir denize döktü", olmadı "HNK Trogir pupa yelken", olmadı "HNK Trogir kaleyi fethetti". Ama itiraf edeyim o küçük adacıkta stadın arkasında kalan yerleşim yerine de hayran kaldım. Absürd olduğu kadar da görünüş açısından harika bir stadyum.

















6-The Wall, Doha: Listenin henüz yapılmamış tek stadyumu. Katar'daki nam-ı diğer "Laptop Stadyumu", "The Wall". Katar'ın başkenti Doha'da inşası devam eden stad dünya tarihinde 2 ilke ev sahipliği yapacak. Dünyanın ilk yeraltı stadyumu ve dünyanın açık havada olup air conditiona sahip olan ilk stadyumu. En erken 2010 yılında bitmesi planlanıyor. Işıklandırma direkler ve ampüller yerine tamamen surround sistemi ile yapının içinden sağlanacak. Laptop kelimesine birebir uyan bir stadyum, yani kapalı halden açık hale gelirken zemin aşağıya iniyor ve tribünler dikleşiyor. Bu mekanizma isteğe göre ayarlanabiliyor. 2018 Dünya Kupası'na aday olmayı düşünen Katar'ın şahsi şov stadlarınan birisi. Zira kapasite sadece 11.000, yapım sebebi bu stada Dünya Kupası'nı getirtmek değil, "bakın biz neler yapabiliyoruz" demek.



















5-Kenilworth Road, Luton: Luton Town'ın Stadyumu. Joe'nun birkaç hafta önce bir yazısı vardı Wolves hakkında, stadyuma etraftaki bardan kaçak giriş var diye. İşte onun legal hali. Luton deplasmanına gelen taraftarlar ellerine cadde, sokak, ev numarasını alıyorlar, arayıp aşağıdaki kapıdan geçiyorlar, sonra oturma odası, bahçe, merdiven derken deplasman tribününe giriyorlar. Stadyum insanın evi gibi olacak demişler ya işte o hesap. Üst kattaki perdeli pencereleri çözemedim, orası da business class sanırım. Bir gün Joe bizi adada misafir ederse ilk gideceğim stadlardan olacaktır and içtim.



































4-Aker Stadion: Bu stadı da absürdden çok doğal güzelliği için listeye almak lazım aslında. Norveç 1.Ligi takımlarından FK Molde'nin evi Aker Stadion 11.000 kişilik kapasitesine rağmen düzenli mimarisi ve enfes lokasyonu ile gördüğüm en güzel yapılardan birisi dünya futbolunda. Zaten mimarı Kjell Kosberg'e de 1999 yılında Norveç'te yılın mimarı ödülünü kazandıran ve dünyanın en prestijli mimari ödüllerinden olan FIABCI'ye adaylık getiren bir stad.





































3-Eco-Estádio Janguito Malucelli, Parana: Brezilya 3. Ligi olan Campeonato C'de mücadele eden J. Malucelli Futebol Sociedade Anônima takımının stadı (aynı zamanda yazı başlığının altındaki resim). Stadın adından da anlaşılacağı gibi ekolojik dengeyi bozmama adına doğayı fazla tahrip etmeden onunla bütünleşerek yapılmış bir stad. Zaten spiker kulübesi ile bu alanda açtığı çığırı tezahür etmek mümkün değil. Yedek kulübeleri bambaşka. Bu stadı güveler nasıl yiyip bitirmiyor bilmiyorum. Tribün koltuklarını sökmek için öyle tornavido operasyonu veya kaba kuvvet yetmez, çapa, tırmıkla girişeceksin. Stadın kendi absürdlüğü bir yana, tribünü ortadan ayıran merdivenler apayrı bir hadise. Çayır çimene 3-4 tane plastiki çakıp tribün yapmışsın bir de ne merdivenle uğraşıyorsun. FIFA kuralarına mı uyacaksın? Ayranı yok içmeye, merdiven yapar tarlaya.





































2-Mmabatho Stadium, Mafikeng: 2010 Dünya Kupası için bütün stadları elden geçiren ve yeni stadlar inşa eden Güney Afrikalılar karambolde şu stada da el atsalar hiç fena olmaz. Üstelik bu stadda Johennaesburg derbileri oynanıyor bazen. Cape Town-Kaiser Chiefs, Orlando Pirates-Cape town gibi. Neresinden başlasam bilmiyorum. Büyük bir ihtimalle maraton tribünleri önce yapıldı. Daha sonra da yahu bu stada bir restorasyon yapalım diye yola çıkıldı, ancak ödenek azlığından iskambil kağıdından kale yapar gibi tribünlerin iki tarafına terastan bozma şu kare platformlar yerleştirildi. Üstelik stad 59.000 kişi alıyor. O kadar adama yazık. Dünyanın efektiflik/kapasite açısından en kötü stadyumudur sanırım. Mimarı Metin Şentürk.





















1-Við Margáir: İşte dünya üzerinde Orhan Ayhan'ın maç anlatamayacağı tek stad. "Bilenler için söylüyorum deniz tarafındaki kaleyi ev sahibi EB/Steymur koruyacak" diyemez çünkü. Ulan her yer deniz tarafı. Kelimeler kifayetsiz kalıyor bu stad için. Faroe Adaları 1. Ligi "Formuladeildin" (isim apayrı bir tez konusu zaten) takımı EB/Steymur'un mabedi, ufak bir dalgada ne oluyor bilmiyorum. Hani Manchester City ile eşleşince maçı Torshavn'ın Gundadalur Stadı'na alınan takım. İsabet olmuş. Bu stada gel-git olur, bu stada kaya düşer, bu stada Jaws çıkar, bu stada ne olmaz ki? Bu stadla adamlar bu sene ligde şampiyon oldu işte. Ayrıca buraya deplasman takımı nasıl geliyor, eve nasıl dönüyor? Reina'ya yatla yanaşır gibi gemiyle geliyorlardır büyük ihtimal. Bundan daha zorlu deplasman var diyecek olan varsa beri gelsin. Zaten kulüp de futbolculardan çok futbol topuna para harcıyordur. Tam Sabri'nin adrese teslim frikiklerinin stadı.

http://vliegendenederlander.blogspot.com/2008/12/top-10-absrd-stadyum.html

Juventus Altyapısı

"Juventus, Serie B'ye düşmeseydi; biz bu gençleri bugün A takımda göremeyecektik." Sözün sahibi 11 yıl Juventus forması giyen ve 2005 yılında futbolu bırakan Ciro Ferrara. 2.5 yıldır Juventus altyapısının başında. Juventus, büyükler arasında kadrosunda en fazla altyapıdan oyuncu bulunduran takım. Ne Milan ne de Inter yarışabiliyor onunla. Ferrara'nın organize ettiği altyapıda 350 genç var farklı yaş gruplarında, 17 takıma ayrılmış durumdalar. Altyapıda çalışan insan sayısı yüzden fazla. Kulübün bu sezon altyapıya ayırdığı bütçe 6 milyon euro. Daha karlı bir yatırım olabilir mi? İşte çıkardıkları gençler. Lorenzo Ariaudo. 1989 doğumlu, defansta oynuyor. 1-1 biten Lazio deplasmanında ilk kez forma giydi ligde. Claudio Marchisio, 23 yaşında, geçen sezonu Empoli'de kiralık geçirmişti. Zanetti'nin çırağı diyorlar onun için, orta saha oynuyor. Dün gece abisi Del Piero'nun muhteşem asistini harcamadı ve takımının galibiyet golünü attı. Paolo de Ceglie, sol bek. Geçe sezonu Siena'da geçirdi. Molinaro'yı yakında kulübeye yollar. Giovinco, 21 yaşında, bu jenerasyonun en yetenekli ama aynı zamanda en talihsiz adamı. Del Piero'nun yedeği. Son çeyrekler dışında şans bulamıyor. Altyapıdan gelen tüm futbolcuların ortak özelliği, Serie A'da fizik olarak ezilmemeleri. Evet hiçbiri 18 yaşında değil, hiçbiri Messi de değil. 6 milyon euro bütçeli bir altyapıdan bugün değerleri 30 milyonu aşan dört futbolcu sadece...

Ata'mızın yazdığı tek şiiri

Atatürk'ten Bir Anı

BIR ULKE ANCAK BOYLE INSANLARIN COGALMASI ILE KURTULUR*

YIL 1934, O DONEMDE MILLI EGITIM BAKANLIGI ULUS'TADIR. BAKAN ISE NIGDELI ABIDIN OZMEN'DIR. BAKAN, MAKAMINDA CALISMAKTADIR. KAPI CALINIR.
BAKANIN GUR SESI "GIRINIZ",
ATATURK'UN YAVERLERINDEN BIRI, YANINDA IKI COCUKLA MAKAMA
GIRERLER. HOSBESTEN SONRA YAVER BEY, BAKAN ABIDIN OZMEN'E BIR ZARF UZATIR. KONUKLARA YER GOSTERIR VE ZARFI ACAR. ATATURK'TEN GELEN BIR MEKTUPTUR BU:
"BAY ABIDIN OZMEN, MILLI EGITIM BAKANI...."
ABIDIN OZMEN ZARFI OZENLE ACAR VE MEKTUBU DIKKATLE OKUR:
"YAVER BEY'LE, SIZE IKI FAKIR VE KIMSESIZ COCUK GONDERIYORUM. BU COCUKLARI, UYGUN GORECEGINIZ, BIR LISEYE (PARASIZ YATILI OLARAK) KAYDINI YAPTIRIP..."
BU ATATURK'UN BIR EMRIDIR. KESINLIKLE YERINE GETIRILECEKTIR.
BAKAN ABIDIN OZMEN, ORTAOGRETIM GENEL MUDURU'NU CAGIRTIR VE SU DIREKTIFI VERIR:
"YAVER BEY'IN YANINDAKI BU IKI COCUGUN EVRAKLARINI ALINIZ VE BU COCUKLARI H.P.LISESI'NE PARALI YATILI OLARAK KAYDINI YAPTIRIP, HER IKISI ICIN DE UCER YILLIK PARALI YATILI MAKBUZLARININ 'VELI VE ODEYEN HANESINE ATATURK'UN ISMINI YAZDIRARAK' BANA GETIRINIZ" DER.
BAKANIN EMRI YERINE GETIRILMISTIR. ABIDIN OZMEN DE KISA BIR
MEKTUP YAZARAK, YAVER BEY'LE ATATURK'E YOLLAR. MEKTUBUN ICERIGI SOYLE:
"MUHTEREM ATATURK, YAVER BEY'LE GONDERMIS OLDUGUNUZ IKI COCUK HAKKINDA EMIRLERINIZI ALDIM ANCAK, ARKASINDA TURKIYE
CUMHURIYETI'NIN KURUCUSU VE CUMHURBASKANI ATATURK GIBI BIRISININ BULUNDUGU ICIN; BU IKI COCUGU FAKIR VE KIMSESIZ OLARAK KABUL ETMEME, HEM YASALARIMIZ, HEM DE MANTIGIMIZ IZIN VERMEDI. BU NEDENLE HER IKI COCUGUN DA EMIRLERINIZ GEREGI H.P.LISESI'NE PARALI YATILI OLARAK KAYITLARINI YAPTIRDIM. COCUKLARIN UCER YILLIK OKUL TAKSITLERINE AIT MAKBUZLARI EKTE TAKDIM....."
ATATURK BU MEKTUP UZERINE, DEVRIN BASBAKANI ISMET INONU'YE
TELEFON EDEREK:
"BAK" DEMIS, "SENIN MILLI EGITIM BAKANIN BANA NE YAPTI" DIYEREK
OLAYI ANLATMIS. INONU, BAKAN'I ADINA OZUR DILER.
ATATURK:
"YOK" DER, "OZUR DILEME. COK MEMNUN OLDUM. KESKE HER DEVLET ADAMI BU MEDENI CESARETE SAHIP OLABILSE VE GOSTEREBILSE..." (*)
(*) BU ANI YUKSEK MIMAR H.RAHMI OZMEN'IN AMCASI, M.E.B BAKANI
ABIDIN OZMEN VE ATATURK ARASINDA GECER. TARIHI DEGERI OLAN VE HICBIR YERDE YAYIMLANMAYAN BU ANININ UNUTULUP GITMESINE GONLU RAZI OLMAYAN BAKANIN YEGENI H.RAHMI OZMEN 15.08.1985 GUNU MEKTUBU GAZETECI YAZAR VAHAP OKAY'A ILETIR. O DA 15.09.1985TARIHLI KOLAY ILAN ADLI GAZETESINDE YAYIMLAR.

ATATÜRK'ÜN SON YILLARI VE ÖLÜMÜ




Atatürk'ün ilk hastalık belirtisi 1937 yılında ortaya çıktı. 1938 yılı
başlarında Yalova'da bulunduğu sırada, ciddî olarak hastalandı. Buradaki
tedavi olumlu sonuç verdi. Fakat tamamen iyileşmeden Ankara'ya yaptığı
yorucu yolculuk, hastalığının artmasına sebep oldu.

Bu tarihlerde Hatay sorununun gündemde olması da onu yormaktaydı. Hasta
olmasına rağmen, Mersin ve Adana'ya geziye çıktı. Kızgın güneş altında
askerî birliklerimizi teftiş edip tatbikat yaptıran Atatürk, çok yorgun
düştü. Ülkü edindiğimillî dava uğruna kendi sağlığını hiçe saydı. Güney
seyahati hastalığının artmasına sebep oldu. 26 Mayıs'ta Ankara'ya döndükten
sonra tedavi ve istirahat için İstanbul'a gitti. Doktorlar tarafından, siroz
hastalığı teşhisi kondu. Deniz havası iyi geldiği için, Savarona Yatı'nda
bir süre dinlendi. Bu durumda bile ülke sorunlarıyla ilgilenmeye devam etti.
İstanbul'a gelen Romanya kralı ile görüştü. Bakanlar Kurulu toplantısına
başkanlık etti. 4 Temmuz 1938'de Hatay Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi
Atatürk'ü çok sevindirip moralini düzeltti.

Temmuz sonlarına kadar Savarona'da kalan Atatürk'ün hastalığı ağırlaşınca
Dolmabahçe Sarayı'na nakledildi. Fakat hastalığı durmadan ilerliyordu. O'nun
hastalığını duyan Türk halkı, sağlığıyla ilgili haberleri heyecanla takip
ediyor, bütün kalbiyle iyileşmesini diliyordu. Hastalığının ciddiyetini
kavrayarak 5 Eylül 1938'de vasiyetini yazıp servetinin büyük bir kısmını
Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarına bağışladı.

Ekim ayı ortalarında durumu düzelir gibi oldu. Fakat, çok arzuladığı
hâlde, Ankara'ya gelip cumhuriyetin on beşinci yıl dönümü törenlerine
katılamadı. 29 Ekim 1938'de kahraman Türk Ordusu'na yolladığı mesaj,
Başbakan Celâl Bayar tarafından okundu. "Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi
ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan
kahraman Türk ordusu!" sözü ile Türk Ordusu'nun önemini belirtmiştir. Yine
aynı mesajda "Türk vatanının ve Türk'lük camiasının şan ve şerefini, dahilî
ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni, her
an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve
itimadımız vardır" diyerek Türk Ordusu'na olan güvenini belirtmiştir.

Atatürk 1 Kasım 1938'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılış töreninde
de bulunamadı. Hazırladığı açılış nutkunu Başbakan Celâl Bayar okudu.
Atatürk bu nutkunda ülkenin imarı, sağlık hizmetleri ve ekonomi
konularındaki faaliyetleri açıkladı. Bundan başka eğitim ve kültür
konularına da temas edip gençliğin millî şuurlu ve modern kültürlü olarak
yetişmesi için İstanbul Üniversitesi'nin geliştirilmesi, Ankara
Üniversitesi'nin tamamlanması ve Van Gölü civarında bir üniversitenin
kurulması için çalışmaların yapıldığını belirtti. Türk Tarih ve Türk Dil
kurumlarının çalışmalarından duyduğu memnuniyeti açıkladı. Ayrıca Türk
gençliğinin kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması
için Beden Terbiyesi Kanunu'nun uygulamaya konulmasından duyduğu memnuniyeti
belirtti. Atatürk, ölümüne kadar memleket meselelerinden bir an olsun uzak
kalmamıştı.

Atatürk'ün hastalığı tekrar şiddetlendi. 8 Kasımda sağlığıyla ilgili
raporlar yayımlanmaya başlandı. Bütün memleketi tekrar derin bir üzüntü
kapladı. Her Türk'ün kalbi onun kurtulması dileğiyle çarpıyordu. Ancak,
kurtarılması için gösterilen çabalar sonuç vermedi ve korkulan oldu.
Dolmabahçe Sarayı'nda 10 Kasım 1938 sabahı saat dokuzu beş geçe, insan için
değişmez kanun, hükmünü uyguladı. Mustafa Kemal Atatürk aramızdan ayrıldı.
Bu kara haberle, yalnız Türk milleti değil, bütün dünya yasa büründü. Büyük,
küçük bütün devletler onun cenaze töreninde bulunmak üzere temsilciler
göndererek, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusuna karşı duydukları derin
saygıyı belirten mesajlar gönderdiler.

16 Kasım günü Atatürk'ün tabutu, Dolmabahçe Sarayı'nın büyük tören
salonunda katafalka konuldu. Üç gün üç gece, gözü yaşlı bir insan seli ulu
önderine karşı duyduğu saygı, minnet ve bağlılığını ifade etti.
Cenaze namazı 19 Kasım günü Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırıldı.
On iki generalin omzunda sarayın dış kapısına çıkarılan tabut, top arabasına
konularak, İstanbul halkının gözyaşları arasında Gülhane Parkı'na götürüldü.
Buradan bir torpido ile Yavuz zırhlısına nakledildi. Büyük Ada açıklarına
kadar, donanmamız ve törene katılmak için gelmiş olan yabancı gemilerin
eşlik ettiği Yavuz zırhlısı cenazeyiİzmit'e getirdi. Burada Yavuz
zırhlısından alınan cenaze, özel bir trene kondu. Atalarına son saygı
görevlerini yapmak üzere toplanan halkın kalbinde derin bir üzüntü bırakarak
Ankara'ya getirilmek üzere hareket edildi. Atatürk'ün vefatı üzerine
cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı,
bakanlar, Genelkurmay Başkam, milletvekilleri ile ordu ve devlet ileri
gelenleri tarafından karşılanan cenaze, Türkiye Büyük Mîllet Meclisi önünde
hazırlanan katafalka kondu. Ankara halkı da onun cenazesi önünden saygıyla
geçerek son görevini yaptı. 21 Kasım 1938 Pazartesi günü, sivil ve askerî
yöneticiler ile yabancı devlet temsilcilerinin hazır bulunduğu ve on
binlerce insanın katıldığı büyük bir tören yapıldı. Daha sonra Atatürk'ün
tabutu katafalkta alınarak. Etnografya Müzesinde hazırlanan geçici kabre
kondu.

Türk milleti daha sonra, bu büyük insana lâyık, Ankara Rasattepe'de bir
Anıtkabir yaptırdı. 10 Kasım 1953'te Etnografya Müzesinden alınan Atatürk'ün
naaşı Anıtkabir'e getirildi. Burada yurdun her ilinden getirilmiş olan vatan
topraklan ile hazırlanan ebedî istirahatgâhına yerleştirildi.


ATATÜRK HAFTASI


Ülkemizin kurtarıcısı, devletimizin kurucusu Atatürk, 10 Kasım 1938 günü saat dokuzu beş geçe öldü.

O tarihten bu yana 10 Kasım'la başlayan hafta, yurdumuzda Atatürk Haftası olarak değerlendirilir. Bu hafta içinde, Atatürk'ün yaşamı, yurtseverliği, inkılap ve ilkeleri anlatılır. Ata'nın daha iyi tanıtılması amacıyla açık oturumlar düzenlenir. Radyo ve televizyonda, Atatürk'ün konuşmaları kendi sesinden dinletilir. Atatürk'le ilgili filmler gösterilir. 10 Kasım günü Atatürk, tüm yurtta törenlerle anılır. Ölüm anı olan saat dokuzu beş geçe "ti" sesi ile saygı duruşuna geçilir. Kara ve deniz taşıtları oldukları yerde durarak düdüklerini çalarlar. Düzenlenen anma törenlerinde Ata'nın yaşam öyküsü, Atatürk inkılap ve ilkeleri anlatılır, seçilmiş Atatürk şiirleri okunur

10 KASIM TÜRKÜSÜ
Atatürk! Anıtkabir devrimlerini söyler,
Bozkır ovalarına, Erciyes'e Ağrı'ya,
Ulusun egemen olduğunu
Özgür olduğunu
Haykıracağım haykıracağım işte,
Senin sustuğunca!

Yolunda yürüyeceğimAtatürk;
Ana baba oğul kız,
Dere tepe bucak köy,
Yeryüzü yaşamalarımla değil
Oralarda, Senin gittigince!

Atatürk, taşıyacağım
Çanakkale'de, Sakarya'da, Çankaya'da, al al,
Senin taşıdığını;
Yurdun gök ülküsü
Dalgalanırken,
Senin bayrağını yücelteceğim.
Senin çıktığınca.

F. Hüsnü DAĞLARCA


MUSTAFA KEMAL'İ DÜŞÜNÜYORUM

Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Yeleleri alevden al bir ata binmiş
Aşıyor yüce dağları, engin denizleri,
Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda,
Işıl ışıl yanıyor mavi gözleri...

Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Yanmış, yıkılmış savaş meydanlarında
Destanlar yaratıyor cihanın görmediği
Arkasından dağ dağ ordular geliyor
Her askeri Mustafa Kemal gibi.

Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Gelmiş geçmiş kahramanlara bedel
Hükmediyor uçsuz bucaksız göklere.
Al bir ata binmiş yalın kılıç
Koşuyorlar zaferden zafere...

Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Ölmemiş bir Kasım sabahı!
Yine bizimle beraber her yerde.
Yaşıyor dört köşesinde vatanın
Yaşıyor damar damar yüreklerde.

Mustafa Kemal'i düşünüyorum:
Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda,
Mavi gözleri ışıl ışıl görüyorum.
Uykularıma giriyor her gece.
Elllerinden öpüyorum.

MUSTAFA KEMAL HAKKINDA BILINMESI GEREKEN 30 OZEL SEY



1."ATA" LAFINI SEVMEZDI
"Ataturk" hitabini ilk kez donemin Turk Dil Kurumu Baskani bir konusmasinda kullanmis, Mustafa Kemal de cok begenerek soyadi olarak almisti.Kendisine Ata" diye hitap edilmesinden hic hoslanmazdi.

2.EN SEVDIGI YEMEK
Manastir Askeri Lisesi yillarindan kalan bir aliskanlikla hayati boyunca en sevdigi yemek kuru fasulye ve pilav olarak kaldi. Tatliya duskun degildi ama cani istediginde cok sevdigi gul recelini tercih ederdi.

3.EN BUYUK HAYALI DUNYA TURUNA CIKMAKTI
Omru yetseydi bir dunya turuna cikip Turk dili ve tarihi uzerindeki calismalarini genisletmek en buyuk hayaliydi.

4.BASUCU KITABI "CALIKUSU" YDU.
Binlerce kitabi vardi.Ama bunlarin arasinda bir tanesini hayati boyunca hatta cephede bile basucundan ayirmadi. Resat Nuri Guntekin'in unlu Calikusu" romanini hep yaninda tasir, her gun rastgele bir yerinden acar, birkac sayfa okurdu.

5.KABUL SALONUNDAKI AT YAVRUSU
Atlardan sonra en sevdigi hayvan kopekti. "Fox" adini verdigi kopegi, Gazi`nin yataginin ayak ucunda uyurdu. Hayvanlara duskunlugu o dereceydi ki bir gun misafirlerinin de gorebilmesi icin yeni dogmus bir tayla annesinin Cankaya Kosku kabul salonuna getirilmesini bile emretmisti.

6.TAM BIR SALON ADAMI
En sevdigi dans valsti. Muzik zevki cesitlilik gosteriyordu.Klasik Bati muzigi disinda Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi.

7.GOMLEKLERININ TUMU BEYAZDI
Gomleklerinin hepsi beyazdi. Bu gomlekler ilk yillarda Isvicre`de ozel olarak dikilirken sonra yerli mali kullanma kampanyasina onculuk edebilmek icin Beyoglu`nda bir terziye diktirilmeye baslanmisti.

8.DOLABINDA LACIVERTE YER YOKTU
Takim elbiselerinin tasarimlarini hep kendisi cizerdi.Lacivert takim giymeyi sevmezdi.

9.OLCULERI
Boyu 1.74 idi.Hayatinin son donemlerine kadar 76 olan kilosu hastaliginin ilerlemeye baslamasiyla 46'ya kadar dusmustu. 43 numara siyah rugan ayakkabi giyerdi.

10.RUMELI SIVESI
Ozenli ve temiz bir Turkce konusurdu. Ancak bazi kelimeleri Rumeli sivesiyle telaffuz ederdi.

11.HAZIN BIR HIKAYE
Hayatinda bir donem cok onemli yer tutan Mustafa Kemal`in evlenmesinden sonra hayatina trajik bir sekilde son veren Fikriye Hanim`in mezarinin nerede oldugu bilinmiyor.

12.CUMHURBASKANLIGINDAN SIKILIYORDU.
Hayatinin cogunu gecirdigi savas cephelerinden sonra Cumhurbaskani olarak gecirdigi yillar ona bir tecrit yasantisi gibi geliyor, cok sevdigi halkindan ve sade bir vatandas yasamindan uzaklastigini dusunuyordu.

13.PAPA`NIN TEMSILCISINE ELBISE
Kiyafet Kanunu cercevesinde tum din adamlarinin dini kiyafetleriyle sokaga cikmalari yasaklaninca, Monsenyor Roncalli`ye kendi terzisi Kemal Milasli eliyle bir koleksiyon hazirlatti.

14.KENDISI TIRAS OLMAZDI.
Sabah kahvaltilariyla arasi hic hos degildi.Yataktan kalkar kalkmaz odasindaki divanin uzerine bagdas kurarak oturur, gunun ilk kahvesini sigarasini icerdi.Bir ozelligi de kendi kendine tiras olmamasiydi.

15.DUZEN TAKINTISI VARDI
Evinde ,cevresinde hatta konuk oldugu evlerde bile egri duran esyalari duzeltmeden rahat edemezdi.

16.HOSGORULU LIDER
Koylunun birinin gazete kagidina sardigi tutunu icmeye calisirken eli yanmis,"Alin bunu kendi icsin" diyerek Ataturk`e
kufretmisti.Mahkemeye cikarilacakti. Ataturk olayi dinledikten sonra "Onu mahkemeye vereceginize dogru durust sigara icmesini temin edin" dedi.

17.SIGARA PAZARLIGI
Hastaliginin baslangicinda kendisini muayene eden Dr.Fissinger gunde kac paket sigara ictigini sormus, Ataturk "sekiz" demisti. Doktor bunu gunde bir pakete indirmesi gerektigini soyleyince gulumseyerek cevap vermisti:"Ben zaten bir paket iciyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacagim".

18."BU NASIL HALKCILIK?"
Bir sabah milletvekilleri ile trene binmisti.Konduktorun milletvekillerinden bilet parasi almamasina sasirmis nedenini
sormustu.Trenin milletvekillerine bedava oldugunu ogrenince epey sinirlenmis, "Ne de guzel halkcilik ama" demisti.

19."LAIKLIK ADAM OLMAKTIR!"
Ilk mecliste bir oturum sirasinda uyelerden biri laikligin ne manaya geldigini anlamadigini soyleyince Gazi cok sinirlenmis ve elini
kursuye vurarak bir din bilgini olan uyeye cevap vermisti: "Adam olmak demektir hocam,adam olmak!"

20.KURBANLARI BAGISLARDI
Gittigi yurt gezilerinde kendisi icin kurban edilen hayvanlara bakamaz boyle durumlarda sirtini doner yada kesilmelerini engellerdi.

21.YABANCI DILE MERAKI
Askeri lisede ogrenmeye basladigi Fransizca'yi sonraki yillarda gelistirdi. Zengin bir kelime bilgisi vardi. Konusurken araya
Fransizca sozcukler de eklerdi.

22.FASULYESINE POKER
Kumardan hoslanmaz ama arkadaslariyla fasulyesine poker oynardi.Oyun sonunda kazandiklarini iade ederdi.

23.KAN GORMEYE DAYANAMAZDI
Cephelerde dusmanla gogus goguse savasmis biri olarak en ilginc ozelligi savas meydanlari disinda kan gorunce fenalasmasiydi.

24.KULAKLARI DUYAN TEK KISI.
Fransiz tarihcisi Herriot Ankara`ya geldiginde Gazi`nin kulaklarinin duyuyor olmasina sasirmis anilarinda bunu espirili bir dille anlatmisti: "T.C`de bir tane kulaklari duyan kisi var onu da Cumhurbaskani yapmislar".

25.BIR RICASI BAS ACTIRDI
Bir gun halk arasinda dolasirken carsafli bir kadina rastlamis, "Hafiz Hanim benim hatirim icin basindaki ortuyu acar misin?" diye sormustu. Kadin bas ortusunu acarak , Ataturk`un onunde egildi ve ellerini optu.

26.BILARDO VE YUZME
Sportmen kisiligi vardi. Her gun at biner , yuzmeye gider ve bilardo oynardi.

27.EN BASARILI DERS.
Egitim hayati boyunca en basarili dersi matematikti. Pozitif bilimlere ilgisi hayati boyunca surdu.

28.YAGCILARA GECIT YOK
Yagciliga cok kizardi Bir aksam sofrasida kendisine gereksiz sekilde iltifat eden Abdulhak Hamit`e mudahale etti.

29.SON YILBASI GECESI
1937`yi 1938`e baglayan son yilbasi gecesini Disisleri Bakani Tevfik Rustu Aras ile bas basa gecirmisti. O gece dolabindaki bazi elbiseleri bakana hediye etmisti.

30.KOSKTEKI GUVERCINLIK
Kuslari cok severdi.Cankaya Kosku`nde ozel bir bakicinin ilgilendigi guvercinligi vardi.

Kefen sıyrıldı ve...



Özel solüsyonla ıslatılmış pamuk kitlesi kaldırılınca Ata'nın yüzü ortaya çıktı. Derisi kahverengi bir hal almış, ama hatları bozulmamıştı. Sanki uyuyordu...

8 Kasım 1953 Pazar gecesi saat 23.00'da Prof. Dr. Kamile Şevki Mutlu'nun ev telefonu çaldı. Prof. Mutlu, Ankara Tıp Fakültesi Histoloji ve Ambriyoloji Kürsüsü Başkanı'ydı. Patalogdu. Arayan ise, Ankara Valisi Kemal Aygün'dü...
Aygün, "Hocam" dedi, "10 Kasım günü Atamızın naaşını Anıtkabir'e taşıyacağız. Bunun için bir komite kurduk. Naaşı geleneklere uygun olarak toprağa defnedeceğiz. Ancak bozulmadan korunduğunu belgelemek için muayene etmenizi rica ediyoruz."

Prof. Mutlu önce reddetti
Mutlu, o sırada 40 derece ateşle yatıyordu. Hastalığını gerekçe göstererek bu görevi bir başka meslektaşının yapmasını rica etti. Ancak Vali Aygün ısrarcıydı: "Ben sizi sarar sarmalar götürürüm, bu tarihi bir görev" dedi.
Mutlu kabul etti ve 9 Kasım sabahı Etnografya Müzesi'ne gitti. Başbakan Adnan Menderes oradaydı. Meclis Başkanı Refik Koraltan ve eski başkan Abdülhalik Renda da...
Mutlu, görevden affını istemekle ne büyük hata ettiğini o zaman anladı. Gerçekten tarihi bir tanıklıktı bu...
Ata'nın gül ağacından tabutu, 4 Kasım günü, geçici kabrinden çıkarılıp müzenin holündeki mermer katafalka konulmuştu. Bir hafta boyunca sırayla öğrenciler, subaylar ve generaller katafalk başında nöbet tutmuştu. Nihayet tabutun açılma günü gelip de komite üyeleri tamam olunca Prof. Kamile Mutlu "Başlayın" talimatını verdi. Bunun üzerine tabutun vidaları söküldü. Tahta tabutun içinde madeni bir sanduka bulunuyordu. Bu sandukada gaz birikmiş olma ihtimali düşünülerek önce bir burgu ile delik açıldı. Gaz ya da koku çıkmadı.

Sanduka talaş doluydu
Sandukanın içi, muhafaza solüsyonu ile ıslatılmış tahta talaşı doluydu. Bu talaş, naaşın ayak yönüne doğru toplandı. Talaşın arasında, ağzı kapalı ve içi sıvı dolu bir şişe bulundu. Bu, cesedi muhafaza için kullanılan solüsyondan bir numuneydi. Üzerinde terkibi yazılıydı. Ata'nın naaşı beyaz kefene sarılmış, sonra kahverengi bir muşambayla kaplanmıştı. Sargıları açmaya başladılar. Herkes nefesini tutmuştu. Çünkü, "Naaş çürüyüp bozulmuş, çıkan gazlar tabutu patlatmış, nöbetçi er, kokudan bayılmış" diye bir sürü söylenti geziniyordu. Ve 15 yıl sonra ilk kez Ata'nın yüzünü göreceklerdi.
Kefenin sargıları aralanınca Prof. Kamile Şevki Mutlu, orada bulunanların yardımıyla katafalka çıktı ve Atatürk'ün yüzüne baktı. Ata'nın derisi kahverengi bir hal almış, ama yüz hatları bozulmamıştı.

Menderes sapsarı olmuştu
Prof. Mutlu, gördüğü tabloyu daha sonra şöyle anlatacaktı: "Yüzünü örten ıslak pamuk kitlesi kaldırılınca Ata'nın heykel gibi duran yüzü ile karşılaştım. Uzun sarı saçlarından ince bir tutam, sol göz kapağının üzerine düşmüştü. Atatürk, Dolmabahçe Sarayı'ndaki yatağında uyuyor gibiydi."
Prof. Mutlu, kenarda bekleyen komite üyelerini tabutun başına çağırdı. Onlar da tek tek tabutun içine baktılar.
En başta Başbakan Adnan Menderes vardı. Koyu renk takım elbisesi içindeki Menderes de yanındakilerin yardımıyla katafalka çıktı, ürkek bir şekilde aşağı, tabuta doğru baktı. O an ne olduğunu Prof. Kamile Mutlu'dan aktaralım:
"Menderes çok heyecanlandı. Rengi sapsarı oldu. Bir de baktım ki, müzenin kapısına doğru gidiyor. Atatürk'ün yüzüne bakmadı. Tahmin ediyorum, kendinde o kuvveti bulamadı. En sona Abdülhalik Renda kalmıştı. O da Ata'yla karşı karşıya gelir gelmez tabutun yanına yığılıverdi."

Tabuta konulacak mektup
Salondaki herkes Atatürk'ü tek tek gördükten sonra naaş, tekrar solüsyonla ıslatıldı. Ata'nın başı pamuklarla örtüldü ve vücudu beyaz kefenle sarıldı. Bu sırada bir komiser, orada görevli adli tıp doçenti Dr. Cahit Özen'in yanına yaklaşıp avucunda taşıdığı bir kâğıdı gösterdi ve şöyle dedi: "Bu kâğıdı, Atatürk'ün hemşiresi Makbule Hanım gönderdi. Kefenin içine Atatürk'ün göğsü üstüne konmasını istiyor."
Doç. Özen, kâğıda bir göz attı. Eski Türkçe bir şeyler yazılıydı. "Böyle bir kâğıdı Atatürk kabul etmez. Bize kızar, darılır" dedi.
Komiser kâğıdı katlayıp cebine koydu ve uzaklaştı.
Bütün işlemler bittikten sonra salonda bulunanlar naaşın iki yanından geçip hep bir ağızdan besmele çektiler ve cesedi yeni tabuta yerleştirdiler. Bu tabut da 15 yıl içinde yattığı büyük gül ağacı tabutun içine konuldu. Üzeri bayrakla örtüldükten sonra kapağı kapatıldı.
Ve 10 Kasım sabahı, Ata'nın naaşı 15 yıl önce onu Dolmabahçe'den Ankara'ya taşıyan top arabasına yerleştirilip son durağı olacak Anıtkabir'e taşındı. Artık ebediyen orada kalacaktı...

Atatürk'ün tabutu, Menderes'in huzurunda açılmıştı
Bu yıl Cumhuriyet'in 80. yıldönümü. Atatürk'ün ölümünün ise 65. yıldönümü. Aynı zamanda Atatürk'ün ebedi istirahatgâhı olan Anıtkabir'e naklinin de 50. yıldönümü... 50 yıl önce bugün, saat 9'u 5 geçe başlayan bir törenle Ata'nın 15 yıl Etnografya Müzesi'nde bekletilen naaşı, 12 askerin omuzları üzerinde oradan alınmış ve 136 asteğmenin çektiği bir top arabası ve matem marşı eşliğinde Anıtkabir'e taşınmıştı. Radyodan naklen yayımlanan o görkemli tören, en az 15 yıl önceki kadar hüzünlüdür. Ancak o törenden hemen önce yaşananlar, tarihçilerin pek ilgisini çekmemiştir. Bilindiği gibi, Anıtkabir yapılana dek, Atatürk'ün naaşının korunabilmesi için "tahnit" denilen bir işlem yapılmıştı. Gülhane Patolojik Anatomi profesörü Dr. Lütfi Aksu tarafından gerçekleştirilen bu işlem sırasında naaşa, şırıngayla özel bir formül enjekte edilmiş ve üzerine formüllerin yapıştırıldığı iki küçük ilaç şişesi, Ata'nın koltuk altlarına yerleştirilmişti. Bu işlem sayesinde Ata'nın naaşı da - diyelim bugün Lenin'in mozolesinde olduğu gibi - öldüğü günkü haliyle korunabilirdi. Ancak İslam dini, ölünün defnini şart koştuğundan, geçici tahnitin bozulması şarttı.
Nakilden önce, bu işlem için bir komite kuruldu. O komite, törenden bir gün önce, Başbakan Adnan Menderes'in huzurunda Atatürk'ün tabutunun açılmasını kararlaştırdı.
Tabut açılınca tahnit bozulacak ve ceset çürümeye başlayacaktı. Bir başka deyişle Atatürk'ün (mumyalanmış gibi) korunmuş naaşını son görenler, o törene katılanlar olacaktı. Atatürk'le ilgili belgesel çalışmaları sırasında o törene katılanların bir kısmıyla konuşmuştuk. Bu yazıda yer alan bilgilerin bir kısmı o tanıklıklara, önemli bir bölümü ise değerli Atatürk araştırmacısı Prof. Dr. Utkan Kocatürk'ün, Prof. Dr. Kamile Şevki Mutlu ile yaptığı sohbetten aktardıklarına dayanıyor. Ata'nın yarım asır önceki son yolculuğu, sanırım bu ayrıntılarla daha da ilginç bir boyut kazanıyor.

Atatürk'ü son görenler anlatıyor:
'Yüzünde iki günlük sakal vardı'
Osman Ersoy ve Halide İntepe, 10 Kasım 1953'te Etnografya Müzesi'nde asistan olarak çalışıyorlardı. O yüzden 50 yıl önceki o töreni ve tabutun içindeki Atatürk'ü son kez görme fırsatı buldular. İzlenimlerini şöyle anlattılar:
  • OSMAN ERSOY: "Sağlığında görmemiştim Atatürk'ü... Korkunç heyecanlıydım. Biz çalışanlar, asistanlar, memurlar sıra ile katafalka çıktık. Oldukça sararmış ve küçülmüş bir çehre... 1 - 2 günlük sakalı vardı. Kaşları fevkalade iyi şekilde fark ediliyordu."

    Gözleri aralıktı
  • HALİDE İNTEPE: "Tabut kapanmadan en son gittim baktım. Başı yana doğru eğikti. Yüzü hiç bozulmamıştı. Azıcık sakalları çıkmıştı. Hani insan hasret giderek ölürse, gözleri aralık kalırmış ya, öyle aralıktı gözleri... Ama bir ölü yüzü yoktu. Uyuyor gibiydi."
  • Oykulerde ATATURK

    MORSEVDA
    Ataturk'un bahce mimari Mevlut Baysal anlatiyor

    Cankaya Kosku'nun bahcesini yapiyordum. Bir gun Ataturk, yaveri ve ben bahcede dolasiyorduk. Cok ihtiyar ve genis bir agac Ata'nin gececegi yolu kapatiyordu. Agacin bir yani dik bir sirt, diger yani suyu cekilmis bir havuzdu. Ata, havuz tarafindaki kisma yaslanarak karsiya gecti. Derhal atildim:

    - Emrederseniz derhal keselim Pasam!

    Bir an yuzume bakti, sonra:

    - Yahu, dedi, sen hayatinda boyle bir agac yetistirdin mi ki keseceksin!

    ***

    Ataturk, 1936'da bir lise ogrencisine sunlari yazdirmistir: "Garb senden, Turk'ten cok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu boyleydi. Eger bugun garb, nihayet teknikte bir tefevvuk gosteriyorsa ey Turk cocugu, o kabahat da senin degil, senden evvelkilerin affolunmaz ihmalinin bir neticesidir."

    ***

    Birgun Musluman memleketlerinden birinde (Misir'da) bagimsizlik davasi icin calisan liderlerden biri, Mustafa Kemal'i gormeye gelmisti. Kendisine:

    -"Bizim hareketin de basina gecmek istemez misiniz?" diye sordu.

    Olabilecek sey degildi ama insan yoklamalarini pek seven Mustafa Kemal:

    -"Yarim milyonunuz bu ugurda olur mu?" diye sordu.

    Adamcagiz yuzune bakakaldi.

    -"Fakat Pasa Hazretleri yarim milyonumuzun olmesine ne luzum var? Basimizda siz olacaksiniz ya..."

    -"Benimle olmaz beyefendi hazretleri, yalniz benimle olmaz. Ne vakit halkinizin yarim milyonu olmeye karar verirse, o zaman gelip beni ararsiniz."

    ***

    Dusman 18 Mart 1915' te donanma saldirisinda basarisizliga ugramasi uzerine karadan zorlama yapmak uzerine bogaz disindaki adalara yiginak yapmaya koyuldu. Bu haber alindiktan sonra 22 Mart 1915' te Canakkale bolgesinde besinci ordu kuruldu. Butun kuvvetler ordu emrindeydi. Ordu onbesinci kolorduyu Maydos cevresinde birakarak 19. tumeni 19 Nisan' da yedek alarak Biga' ya geldi. 25 Nisan 1915' te tanyeri agarirken Ariburnu ve Seddulbahir bolgesine ilk dusman birlikleri cikti. Ariburnu' na cikan kuvvet gozetleme taburunu puskurterek, sonradan Kemalyeri adi verilen yere kadar ilerledi burada arkasindan kosup gelen 27. Turk alayi ile karsilasti. Dusman cikarmasini haber alan Mustafa Kemal, Conkbayiri yonunde yuruyen dusmana karsi ordudan emir almayi beklemeden kuvvetlerini harekete gecirdi. Birliklerine kendisi yol bularak Kocacimen tepesine vardi. Askerlerine orada kisa bir dinlenme vererek, Alata gidilmedigi icin yanindakilerle yaya olarak Conkbayirina geldi. Orada cephaneleri bittigi icin ve dusmanca kovalanan bir gozetleme bolugune rastladi: - Nicin kaciyorsunuz? Dedi. - Efendim dusman... - Nerede dusman? - Iste... diye 261 rakimli tepeyi gosterdi. Gercekten de dusman birinci avci hatti 261 rakimli tepeye yaklasmis, serbestce ilerliyordu. Askerleri dinlenmeleri icin birakmis ve dusman da bu tepeye gelmisti. Dusman ona kendi askerlerinden daha yakindi. Bulundugu yere gelseler kuvvetleri pek kotu duruma duseceklerdi. O zaman bir mantikla mi yoksa icgudusel olarak mi bilinmez kacan erlere: - Dusmandan kacilmaz, dedi. - Cephanemiz kalmadi, dediler. - Cephanemiz yoksa sungumuz var, dedi. Ve bagirarak: - Sungu tak! Dedi. Yere yatirdi. Ayni zamanda Conkbayiri' na dogru ilerleyen piyade alayi ile Cebel bataryasinin erlerini mars marsla bulundugu yere gelmeleri icin emir subayini yoladi. Erler yere yatinca, dusmanda yere yatmisti. Iste savasin kazanildigi an bu andi...

    ***

    YENI TURK ALFABESININ KABULU Ataturk 1928 yili Haziran' inda, yeni Turk Alfabesi' nin tespiti ile ilgili bir komisyon kurulmasini istedi. Calismalarin sonucu olan alfabeyi Ata'ya Falih Rifki Atay getirdi. Ataturk bunlari uzun uzun inceledi ve sordu:

    - Yeni yaziyi uygulamak icin ne dusundunuz?

    Falih Rifki: - Bir onbes yillik uzun, bir de bes yillik kisa sureli iki oneri var dedi.

    Oneri sahiplerine gore ilk zamanlar iki yazi bir arada ogrenilecekti. Gazeteler yarim sutundan baslayarak yavas yavas yeni yazili kismi artiracaklardi. Daireler ve yuksek okullar icinde bazi yontemler dusunulmustu. Ataturk Falih Rifki'ya bakti: -

    Bu, ya uc ayda olur ya da hic olmaz, dedi.

    Hayli radikal bir devrimci iken Falih Rifki dahi sasirmis ve bakakalmisti. Ataturk devam etti ve:

    - Cocugum, dedi, gazetelerde yarim sutun eski yazi kaldigi zaman dahi herkes bu eski yazili parcayi okuyacaktir. Iste bu yuzden olmaz, dedi.

    ***

    CANAKKALE GECILMEZ

    10 Agustos 1915. Conkbayiri' ni almak ve butun bogaza hakim olmak icin Ingilizler 20.000 kisilik bir kuvvetle gunlerce kazdiklari siperlere yerlesmisler, hucum anini bekliyorlardi. Gecenin karanligi tamamen kalkmis, tan agarmak uzereydi. 8. tumen komutani ve diger subaylarini cagirdim:

    - Mutlaka dusmani yeneceginize inaniyorum ancak siz acele etmeyin, evvela ben ileri gideyim, size ben kirbacimla isaret vedigim zaman hep birlikte atilirsiniz. Bu durumdan askerlerini de haberdar etmelerini istedim. Hucum baskin seklinde olacakti. Sakin adimlarla ve suzulerek dusmana 20-30 metre yaklastim. Binlerce askerin bulundugu Conkbayiri' ndan ses cikmiyordu. Dudaklar sessizce bu sicak gecede dua ediyordu. Kontrol ettim. Kirbacimi basimin ustune kaldirip cevirdim ve birden asagi indirdim. Saat 4.30 da kiyametler kopmustu. Ingilizler neye ugradiklarini sasirmisti. ^^Allah Allah^^ sesleri butun cephelerde, karanlikta gokleri yikiyordu.

    Her taraf duman icinde ve heyecan her yere hakim olmustu. Dusmanin topcu atesi buyuk cukurlar aciyor, her tarafa sarapnel ve kursun yagiyordu. Buyuk bir sarapnel parcasi tam kalbimin uzerine carpti, sarsildim, elimi gogsume goturdum, kan akmiyordu. Olayi Yarbay Servet Bey'den baska kimse gormemisti. Ona parmagimla susmasini emrettim. Cunku vuruldugumun duyulmasi butun cephelerde panik yaratabilirdi. Kalbimin uzerinde bulunan saat param parca olmustu. O gun aksama kadar birliklerin basinda daha hirsli olarak carpmistim. Yalniz bu sarapnel vucudumla kalbimin uzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi birakmisti.

    Ayni gunun gecesi, yani 10 Agustos gunu, beni mutlak olumden kurtaran ve parcalanan saatimi Ordu Komutani Liman von Sanders Pasa' ya hatira olarak verdim. Cok sasirmis, heyecanlanmisti. Kendisi de alip cep saatini bana hediye etti. Bu hucumlarda Ingilizler binlerce olu birakarak tamamen geri cekildi ve Canakkale' nin gecilmeyecegini iyice anlamis oldular.

    ***

    SAVARONA

    Ataturk' un Istanbul' daki mutluluklarindan biri Florya' yi kesfetmesi oldu. Birkac gidip gelmeden sonra buradaki plaji canlandirmaya karar verdi. Deniz kosku, alaturka deniz hamami gibi birseydi. Ataturk denize o kadar ihtirasli baglanmisti ki yillarca yaz aylarini adeta su icinde gecirdi. Yuzme ve kurek idmanlari yapar ve burada da halktan ayrilmazdi. Ilk projeye gore Ataturk Kosku kumsalin sonundaki bir tepecik ustune yapilacakti, asagida da bir banyo yeri hazirlanacakti. Kalabaliktan uzaklasmayi istemedi. Yine ilk projeye gore demir yolu geriye alinacakti:

    Canim, dedi. Ankara' da dag basinda yasiyorum, Istanbul' da Saraya hapsoluyorum; birakin burada gelenleri gidenleri, hic olmassa tren gurultusu duyayim.

    Son zamanlarda Sile' yi gormus, pek sevmisti yasasaydi orasini da canlandiracakti.

    Buyukce tekne olarak emrinde Ertugrul Yati vardi. Marmara icin yapilmis bu yatla bir defa Karadeniz' e cikmisti. Sert bir havada yat az daha batiyordu. Memleket kiyilarini dolasmak uzere Istanbul' dan uzaklasinca Denizyollari' nin bir yolcu gemisini seferden alikoymak gerekiyordu. Iste Ataturk' e yeni bir yat alinmasi bu gereksinimden dogmustu.

    Amerikali bir milyoner kadinin yaptirmis oldugu Savarona, ileri surulen bir dusunceye gore Amerika' ya sokulmadigi icin, ucuza almisti. Planlarini gormus ve yati cok begenmisti. Ne yazik ki yat geldgi zaman Ataturk'un olumcul bir hastaligi vardi. Pek sevdigi bu yatta cok zamani yatakta gecirdi. Bir gun soyle dedi:

    -Bir cocuk oyuncagini bekler gibi bu yati beklemistim. Mezarim mi olacak bu tekne benim? Ataturk' u olum yatagina Savarona' daki kamarasindan bir koltugun icinde ancak goturebildiler. Yat Dolmabahce Sarayi onunde boynunu bukerek Ataturk'u bosuna bekledi.

    Bir 10 Kasim daha..

    Buyuk olulere matem gerekmez, fikirlerine baglilik gerekir.
    M. Kemal ATATURK
    "Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir.
    Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir. "
    M. Kemal ATATURK

    ANLAMASI GEREKENLERE

    ANLAMASI GEREKENLERE ;
    Seyrek olmakla beraber üzüntüyle
    isitiyoruz ki, milletin tarihini okumamıs veya millî histen mahrum kalmıs olması lâzım gelen bazı kisiler, yabancıların aleyhimizde ileri sürdükleri ithamları reddetmedikten baska, vatanlarını kabahatli göstermekten çekinmiyorlar, bu gibilere lânet!
    M.Kemal ATATÜRK

    1919 (Atatürkün S.D.II, S. 9-10)

    ATATÜRK'E GÖRE ATATÜRK

    ATATÜRK'E GÖRE ATATÜRK


    İ
    ki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!

    ***

    Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.

    ***

    Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.

    ***

    Ben, manevî miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü müşkülât önünde, belki gâyelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.

    ***

    Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.

    ***

    Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerini inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat, ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki bu fikirler, Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır gene gelir, verimli neticeleri kalpleri doldurur.

    ***

    Hayatımın bütün devrelerinde olduğu gibi, son zamanların buhranları ve felâketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki, her türlü huzur ve istirahatimi, her nevi şahsî duygularımı milletin kurtuluşu ve mutluluğu adına feda etmekten zevk duymayayım. Gerek askerî hayatımın ve gerek siyasî hayatımın bütün devir ve bölümlerini işgal eden mücadelelerimde daima hareket kuralım, millî iradeye dayanarak milletin ve vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur.

    ***

    Pekâlâ bilirsiniz ki benim bütün hayatımda bu ana kadar güttüğüm gaye, hiçbir vakit kişisel olmamıştır. Her ne düşünmüş ve her neye girişmiş isem, daima memleketin, milletin ve ordunun adına ve menfaatine olmuştur. Hiçbir zaman şahsımın üstünlüğünü ve sivrilmemi göz önüne almamışımdır.

    ***

    Memleket ve milletin kurtuluşu ve mutluluğu için çalışmaktan başka bir maksadım yoktur. Bu, bir insan için kâfi bir sevinç ve haz temin eder. Benimle beraber olan arkadaşlarım, bütün vatandaşlarım da aynı maksadı takip etmektedirler. Şahsî ve ailevî huzur ve mutluluğun, milletin huzur ve mutluluğuyla ayakta durduğunu, memleketin güvenlik ve dokunulmazlığıyla mümkün olduğunu gerçek ve ciddî bir surette anlamışlardır. Ben ve benimle beraber olanlar, hedefimizin yüceliğine, yolumuzun doğruluğuna eminiz. Bunda asla şüphe ve tereddüdümüz yoktur. Milletimizin, Türk milletinin yakın, uzak tarihine lüzumu kadar bilgimiz vardır, Mazinin derslerini, bugünün ve geleceğin hayatı için göz önünde tutmak dikkatinden mahrum değiliz. Yaptığımız hizmetlerle övünmüyoruz. Yapacağımız hizmetlerin, iftihar sebebi olabileceği ümidiyle avunuyoruz.

    ***

    (Çevresindekilere söylediği bir söz) :
    Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız, onları söyleyin!

    ***

    Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddî emellerin tatminiyle ilgili bulunmuyor. Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini, vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da gerektiği gibi yapılmış bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın ilkesi, bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu koruyacağım.

    ***

    Allah bilir, hayatımda bugüne kadar orduya faydalı bir üye olabilmekten başka vicdanî bir emel edinmedim. Çünkü vatanın korunması, milletin mutluluğu için her şeyden evvel ordumuzun, eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir daha ispat lüzumuna çoktan inanmış idim. Bu inanca ait emellerimin şiddeti, ihtimal beni pek ziyade aşırı davranışlı göstermişti. Fakat zaman, saf ve temiz dimağlardan doğan fikrî gerçekleri -kabulünden çekinilse dahi- uygulattırır.

    ***

    Bütün vazifelerin üstünde bizim de bir vicdanî vazifemiz vardı; o da, herkesin sudan bir takım vazifeler yaptığı sırada hayatımızı, varlığımızı bu milletin bağrına sokarak, onlarla beraber düşman karşısında uğraşmak olmuştur!

    ***

    Ben vazifemin bitmediğini, yüklendiğim sorumluluğun da yüksek ve çetin olduğunu anlıyorum. Arkadaşlar, bu vazife bitmeyecektir; ben toprak olduktan sonra da devam edecektir! Ben seve seve, sevine sevine bütün varlığımı bu kutsal vazifeye vereceğim ve onun yüksek sorumluluğunu yüklenmekle mesut olacağım. Vazifeme başarı ile devam edebileceğim. Çünkü büyük milletimizin kalp ve vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven ve itimat taşımakta olduğunu görüyorum. Bu benim için büyük kuvvettir, büyük yetkidir.

    ***

    Biz, eğer millet ve tarih önünde herhangi bir hata işliyorsak, bunun sorumluluğunu vicdan ve sağduyumuzda hissetmekten ve ödemekten, hiçbir zaman çekinecek insanlar değiliz.

    ***

    Millet ve memleketin sayesinde kazanılan rütbe ve refahın bir ehemmiyeti, bir kutsallığı vardır. Biz bunlardan, ancak yine bu aziz millet ve memlekete borçlu olduğumuz son bir namus vazifesini yapmak içîn ayrıldık. Milletin kendi hayatını kurtarmak, kendi meşru hakkını müdafaa etmek için çıkardığı sese iştirak etmek, her kendini bilen vatandaşın vazifesidir. Eğer bu millet, bu memleket parçalanacak olursa umumî şerefsizliğin yıkıntısı altında, şunun bunun kişisel şerefi de parça parça olur. Biz, o umumî şerefi kurtarabilmek için harekete gelen millete ruhumuzla iştirak ettik, iştirakimize mâni olabilecek şahsî rütbeleri, mevkileri de umumî şerefi kurtarmaya yönelik bir gaye uğruna feda ettik.

    ***

    Ben, gerektiği zaman, en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim.

    ***

    (Mallarını millete bağışlaması nedeniyle söylemiştir) :
    Mal ve mülk, bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu milletime geri vermekle büyük ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar; insanın serveti, kendi manevî şahsiyetinde olmalıdır!

    ***

    Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben, milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım! Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması, mutlaka o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben şahsen, bu
    saydığım özelliklere çok ehemmiyet veririm ve bu özelliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için milletimin de aynı özellikleri taşımasını şart ve esas bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evlâdı
    kalmalıyım! Bu sebeple millî bağımsızlık, bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet gereğinden olan dostluk ve siyaset münasebetlerini, büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım!

    ***

    (Savarona yatında kabul ettiği Romanya Kralı Karol 'un, görüşme sırasında Almanya ile Çekoslovakya arasındaki Südet meselesine temas etmesi ve Atatürk'ten Çekoslovakya Cumhurbaşkanı Beneş 'e bazı telkinlerde bulunmasını rica etmesi üzerine, görüşmeyi dinlemekte olan zamanın Dışişleri Bakam Tevfık Rüştü Aras 'a söyledikleri):
    Majeste Kral'm söylediklerini dikkatle dinledim. Benden, bir devlet reisine kendi ülkesinden bir parçayı Almanlar'a terk etmesini tavsiye etmekliğimi mi istiyorlar? Benim gibi, bütün ömrü boyunca yurdunun bağımsızlığı ve bîr karış toprağım başkasına vermemek için savaşan bir adam, inançlarına aykırı bir şeye nasıl aracı olur? Görüyorum ki Majeste Kral, beni ve karakterimi iyi tanımıyorlar.

    ***

    Ölüme doğru en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru altında birçok muharebelere iştirak ettim. Hattâ ölüm bir defa, kalbimin yanından sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı ve bu saat, mermi parçasının şiddetini kırdı.

    ***

    Her zaman tekrar mecburiyetinde kalıyor ve tekrarı da faydalı görüyorum ki, eğer ben milletime herhangi bir hizmette bulunmuşsam, eğer ben herhangi bir teşebbüste ön ayak olmuşsam, bu hizmet ve teşebbüsün temel kaynağı, saygılar ve sevgilerle bağlı olduğum, bundan sonra da saygı ve sevgiyle mutluluk ve refahına varlığımı, hayatımı vereceğim aziz milletime, sizlere dayanmaktadır. Bir millette güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalâde işler yapmaya kabiliyetli kahramanlar bulunabilir. Ama öyle kimseler yalnız başına hiçbir şey olamazlar; meğer ki bir umumî hissin ifadesi, temsilcisi olsunlar! Ben milletimin düşünce ve duygularını yakından tanımaktan, aziz milletimde gördüğüm kabiliyet ve ihtiyacı belirtmekten başka bir şey yapmadım. Onun bu kabiliyet ve duygularını sezip tanımakla övünüyorum. Milletimdeki, bugünkü zaferleri doğurabilecek özelliği görmüş olmak... Bütün bahtiyarlığım işte bundan ibarettir.

    ***

    Arkadaşlarımız ve milletin bütün fertleri gibi, millî davamızda benim de emeğim geçmiş ise, bu çalışmada iş yapma kuvveti ve başarı varsa, bunu şahsıma atfetmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletin manevî şahsiyetine atfediniz. Ben, milletin bu yüksek, manevî şahsiyeti içinde bir naçiz fert olmakla bahtiyarım. Efendiler, millet bütünüyle manevî bir şahıs halinde ve bir birleşmiş kitle şeklinde belirdi ve bu yüce birliği koruyarak ona düşman olanları ortadan kaldırdı.

    ***

    Milletimle yakından ve gösterişten uzak karşılıklı görüşmenin zevkini, bahtiyarlığını anlatamam. Her ne vakit milletimin karşısında kendimi görsem, her ne vakit milletimin fertlerinden birkaçının yüzüne baksam, oradan ruh
    ve vicdanıma gelen ışık, benim için en kıymetli bir ilham ve verim alevi oluyor!

    ***

    30 Ağustos'ta sevk ve idare ettiğim muharebe, Türk Milleti'nin yanımda bulunduğu halde, idare ettiğim ilk ve son muharebedir. Bir insan kendini, milletle beraber hissettiği zaman, ne kadar kuvvetli buluyor bilir misiniz? Bunu tarif müşküldür.

    ***

    Hayatımda en büyük dayanak ve kuvvetim, vatandaşlarımdan gördüğüm itimat ve destekdir. Bütün vazifelerimde manevî, vicdanî olan en büyük endişem, emanetinizin hürmet ve kutsallığına devamlı olarak dikkat etmektir.

    ***

    Samimî olarak bu memleketin, bu milletin menfaatine yapılacak bir iş olsun, ben onu göz önüne almayayım; bu, mümkün değildir. Yalnız, işin gerçekten millete menfaati olmalı ve teklifin samimî olarak yapıldığına ben inanmalıyım.

    ***

    Benim için dünyada en büyük mevki ve mükâfat, milletin bir ferdi olarak yaşamaktır. Eğer Cenab-ı Hak beni bunda muvaffak etmiş ise, şükrederim. Bugün olduğu gibi ömrümün nihayetine kadar milletin hizmetinde olmakla iftihar edeceğim.

    ***

    Şimdiye kadar millete yapamayacağım bir şeyi vaat etmedim. Ben yapacağım dediğim zaman, buna inanmayanlar vardı. Buna rağmen hareket ettim. Görüyorsunuz ki başardık. Benim ve benimle çalışanların güveni vardır ki, yeni hedeflerimize de başarıyla varacağız. Şimdiye kadar söylediklerimin gerçekleşmiş olması, bütün tasavvurlarımın beni yalanlamaması, milletin ciddî ve samimî olarak bana yardımcı ve destek olmasıyla mümkün olmuştur. Onun için yeni gayelere erişmek için de bu yardım ve desteğe ihtiyacım vardır; onu benden esirgemeyiniz!

    ***

    Benim şan ve şerefimden bahsetmek de hatadır. İyi dinleyiniz öğüdüm budur ki, içinizden herhangi bir adam çıkar, şan, şeref davası güder ve benzersiz olmak isterse, başınızın belasıdır; ilk önce kafası kırılacak adam budur! Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım şerefim vardır, asla başka değilim.

    ***

    Ben zannediyorum ki, millet fertlerinin hiç birinden fazla yüksekliğe sahip değilim. Bende fazla girişim görüldüyse bu benden değil, milletin bileşkesinden çıkan bir girişimdir. Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdanî eğilimleriniz bana dayanak noktası teşkil etmemiş olsaydı; bendeki girişimlerin hiçbiri olmazdı. Millete ait meziyetleri yalnız şahıslara bırakan anlayış, eski idarelerin sistem ve usul meselesinden doğuyordu. Vaktiyle mevcut devlet ve devletlerin kuruluş şekli, sadece bir şahsın menfaatlerini ve arzularını tatmine yönelmiş idi. Şahısların bu arzu ve emellerine hizmet eden millet, gösterilen büyüklüklerin şerefinden asla payını alamaz, ancak hata ve beceriksizlik olursa onlar millete yüklenirdi. Bugün bu hâl mevcut değilse, millet kendi büyüklüğünü olduğu gibi dünyaya göstermişse, fazlalık bende değil, bugünkü idarenin niteliğindedir. Bu şekil mevcut oldukça, bu mevkie çıkacak herkesin yapacağı şey bundan başka türlü olamaz.

    ***

    Sizden olan bir şahsa, sizden fazla ehemmiyet vermek, her şeyi milletin bir ferdinin şahsiyetinde odaklaştırmak, geçmişe, bugüne, geleceğe, bütün bu zamanlara ait bir toplumun meselelerinin aydınlatılması ve belirtilmesini yüksek bir topluluğun tek bir şahsiyetinden beklemek elbette ki lâyık değildir, elbette ki lâzım değildir.

    ***

    Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda gerekli olmayan bir sırrı kalbimde taşımak kudretinde olmayan bir adamım. Çünkü ben, bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın önünde söylemeliyim. Yanlışım varsa halk beni yalanlar. Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni yalanladığını görmedim.

    ***

    Ben, ancak daha iyisini yapabildiğim şeyi tahrip edebilirim; yapamayacağım şeyi de tahrip edemem.

    ***

    Ben o adamım ki ordunun memleketi, milleti muhakkak bir neticeye götürebileceği noktalarda emir veririm. Fakat ilim ve bilhassa sosyal ilim sahasına dahil işlerde ben emir vermem. Bu alanda, isterim ki bana bilginler doğru yolu göstersinler. Onun için, siz kendi ilminize, kültürünüze güveniyorsanız, bana söyleyiniz. Sosyal ilmin güzel yönlerini gösteriniz, ben takip edeyim.

    ***

    Ben, sadece evlenmek için evlenmek istemiyorum. Vatanımızda yeni bir aile hayatı yaratmak için önce kendim örnek olmalıyım. Kadın böyle umacı gibi kalır mı?

    ***

    Hayat kısadır. Bunu kutlama ve taçlandırma için, insanların genellikle makul gördükleri vasıta evliliktir. Bu umumî kurala uymayanlar, pek sınırlı ve müstesnadırlar. Bu istisnaları oluşturanlar da, esas kuralın fenalığından değil ve fakat tersine bu güzel kurala inanmadan kendilerini meneden sebeplerin mahkûmu olduklarından, belki evlenmiş olmaktan korktuklarından fazla bedbaht olanlardır, inkâr edilmez bir gerçektir ki insanlar, hayat, kadınsız olamaz. Evli olanlar, hayatın vazgeçilmezini temin etmiş ve bütün düşünce ve isteklerini bir maksat, bir meslek, bir amaca yöneltmiş olur. Ancak talih, eşlerin ruh ve kalplerini iyi geçindirsin!

    ***

    Eşini mesut edebilecek herkes evlenmelidir, çoluk-çocuk sahibi olmalıdır. Bana bakmayınız; bu meselede örnek İsmet Paşa'dır. Benim hayatım başka türlü düzenlenmiştir. Buna rağmen tecrübesini yaptım. Sonradan anladım ki bu iş benim başarabileceğim iş değilmiş...

    ***

    (Bursa'da kendisini karşılayan çocuklara söylemiştir):
    Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!

    ***

    (Bir alay karargâhının temel atma töreni esnasında bir koyunun temel için açılan çukura doğru, yere yatırılıp boğazından kesilmek üzere olduğunu gördüğü zaman, İran Şahı Rıza Pehlevi ile aralarında geçen konuşma):
    Atatürk -Ben kana bakamam! Bir tavuğun dahi boğazlandığını görmeye tahammülüm yoktur.
    Şahinşah -Ya bu kadar çok bulunduğunuz büyük ve kanlı muharebe meydanları?...
    Atatürk -Ha, o başka meseledir; öyle yerlerde cesetlerin üzerinden atlayarak yürürüm. O bambaşka bir iştir.

    ***

    Birçok zaferler kazandım. Fakat, bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum.

    ***

    Ben, muharebelerde dahi düşmanın üzerinde bir kin duymam; yalnız askerlik kurallarının tatbikini düşünürüm.

    ***

    Ben başkalarının yaptığı ilkelere değil, ancak kendi ilkelerime uyarım.

    ***

    Benim gözümde hiçbir şey yoktur; ben yalnız liyakat âşığıyım.

    ***

    Hiçbir zaman şahsî gücenikliklerimi, birtakım olumsuz girişimlerle tatmine kalkmak adîliğine tenezzül etmem

    ***

    Benim müstesna olduğuma dair bir kanım yoktur.

    ***

    Ben ölürsem soylu milletimizin beraber yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağına eminim; bununla gönlüm rahat!

    İzleyiciler

    Blog Arşivi