İnsanların kendisiyle ve bedeniyle en büyük imtihanı 30'unda başlıyor. '30 yaş sendromu'na yakalanan birinin sonraki sendromları teğet geçmesi mümkün değil! 35 yaşına geldiğinde ise Cahit Sıtkı Tarancı'nın dizelerindeki gibi "Yaş otuz beş, yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün" kabullenişi başlıyor. Sonra 40, 50 derken 70 yaş sendromları görülüyor.
Modern çağ insanının ergenlikten sonra kendisiyle ve bedeniyle en büyük imtihanı 30 yaşında oluyor. "30 yaş sendromu" olarak adlandırılan bu süreç, bazıları için 25 yaşında başlıyor (Eyvah otuzuma yaklaşıyorum!), bazıları içinse 35 yaşına kadar devam ediyor. (Eyvah 30 yaşını geçiyorum!) 35 yaşına geldiğinde ise Cahit Sıtkı Tarancı'nın dizelerinde olduğu gibi "yaş otuz beş, yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün" kabullenişi başlıyor.
25-35 yaş arasındaki büyük bir çoğunluk "30 yaş sendromunu" kimi ağır bir şekilde, kimi de farkında olmadan yaşıyor. Mesela bir kişi "29,5 yaşındayım" (nasıl bir tanımlamaysa) diyorsa ya da yaşını küçültüyorsa biliniz ki sendromun müptelası olmuştur. Bilimin henüz hakkında ciddi bir çalışma yapmadığı 30 yaş sendromunun ağır sonuçları var. Yapılan araştırmalar, boşanma oranlarının 30'lu yaşlarda yoğunluk kazandığını gösteriyor mesela. Depresyon vakaları da yine bu yaşlarda daha çok görülüyor. Uzmanların da henüz gözlemleme aşamasında olduğu 30 yaş sendromu şehirli neslin yeni bir problemi. Uzman psikolog Neşe Özkarslı, tarlada çalışan bir çiftçinin 30 yaş sendromunu yaşamayacağını söylüyor. Ergenlik yaşını uzatan, üniversite, mastır, kariyer diye hayatında birçok şeyi erteleyen, sorumluluk altına girmeyen şehirliler tüketici olarak geçirdiği 20'li yaşlarından sonra "30 yaş duvarına" tosluyor.
30 yaş sendromu geç kalmışlık hüznü, başaramama kaygısı ve kendini sorgulama, bulunduğu durumu beğenmeme hali olarak tanımlanıyor. Bu sendromu yaşayanlar çoğunlukla ya hâlâ bir iş sahibi olamamış ya da yaptığı işten memnun olmayanlar ve iyi bir işe sahip ama evlenmemiş, kendi düzenini kuramamışlar oluyor. Bir de uzmanların ısrarla vurguladığı beden yaşı 30 olmasına rağmen hâlâ ergenlik psikolojisinde olanlar var ki, bunlar ın durumu çok daha vahim. Prof. Dr. Kemal Sayar, bu tip insanlar için "gelmeyen yetişkinlik" veyahut "tutuklu kalmış yetişkinlik hali" kavramlarından söz ediyor. Gelmeyen yetişkinlik, "hayatı sonsuz bir neşe ve zevk içinde yaşamak için sorumlulukları ertelemek, sonsuza kadar ergen kültürü içinde, vur patlasın çal oynasın gibi tamamen zevkleri ve sadece kendi tatmini peşinde koşarak yaşamak" anlamına geliyor. Popüler kültür de bunu pekiştiriyor zaten. Sayar'a göre toplumda böyle bir gençleşme, hatta gençlikten öte ergenleşme eğilimi var. Buradan yola çıkarak 30 yaş sendromu, bu bir türlü gelmeyen yetişkinliğin bir parçası olarak okunabilir. Yetişkinlik geldiğinde ise bu tür kişilerde telaş, hüzün ve ağır mesuliyet korkusu görülüyor. Sorumluluk, korku ve hüznü genellikle erkekler yaşıyor. Zaten 30 yaş sendromu erkeklerde daha çok sosyal çevrenin daha doğrusu "evlen artık oğlum" diyen ailenin baskısıyla oluyor.
Çalışan şehirli kadının 30 yaş sendromunu irdeleyen bir kitap kaleme alan Banu Toros, birçok kadın için 30 yaş sendromunun, evlenmemiş olmak ve en önemlisi de hâlâ çocuk sahibi olamamak olduğunu söylüyor. Çünkü 30 yaş, kadınlar için sadece yaşlanmak, sorumluluk almak değil çocuk sahibi olmak için riskli bir döneme girmek demek. Son demleri yaşamak demek.
Aslında 30 yaş sendromu kişilerin durumlarına göre kılıktan kılığa giriyor. Mesela sadece evlenmeyen, iş ya da bir düzene sahip olmayanlar değil evli, çocuklu ve iyi bir kariyer sahibi insanlar da yaşıyor bu sıkıntıları. Onlarınki ise psikolojik danışman Serhat Yabancı'ya göre, ulaşılan hedeflerde hayal kırıklığına uğramaktan başka bir şey değil. Yani "Bu muydu idealim. Hayat hep böyle mi gidecek?" düşüncesi. Bu hayal kırıklığı hem evlilik hem de iş hayatı için yaşanabilir. Tatminsiz bir nesil olan modern çağ bireyleri geride koca bir 30 yıl bırakınca, bu hayal kırıklığının etkisiyle riskli kararlar alabiliyor. İşinden, eşinden ayrılabiliyor. İşte bu sebeple Yabancı, 30 yaş buhranına girmiş kişilerin uzman desteği alması gerektiğini vurguluyor.
30 yaşına gelenler ve 30'unu geçenler ne diyor?
30 yaş arada kalmaktır; ne geriye dönme şansınız var, ne ileriye doğru gitme cesaretiniz, orada öyle sıkışıp kalırsın...
Bu dünyada 30 yıldır varsınızdır ve sorgulamaya başlarsınız kendinizi; ne üretmiş, yaşam adına ne koymuşsunuzdur ortaya... Bir de tabii aile efradının beklentileri tavan yapmıştır, bekârsanız ne zaman evleneceksiniz, evliyseniz ne zaman çocuk yapacaksınız.
Hiç üzülmeyin 30 yaşında olduğunuz için. Ben mesela yeni jenerasyondan nefret ediyorum! Küstah, metroda sağda mı solda mı duracağını bilmeyen, babası yaşındaki insanlara "çekilsene" diyenlerden olmak istemezsiniz.
Üniversiteden mezun olduğumda hep 30 yaşlarında olmayı istedim... Olgun olmayı isteme gibi gereksiz tripler işte.. O zamanlar 30 yaş grubunu baya büyük görürdüm. Şimdi o gruptayım ama kendimi hiç öyle büyük biri gibi hissetmedim.
Bu bunalımın esas nedeni, kendinizi 30 yaşında görmek istediğiniz yerin hayali ile 30 yaşında bulunduğunuz yer karşılaştığında ortaya çıkan farktır.
30 yaş sendromuyla ilgili açılan forumlardan alındı.
Yaşını söyle, sendromunu söyleyelim!
18 yaş: Ülkemiz için 18 yaş sendromu ergenlik dönemiyle birlikte başlıyor. Bu süreçte bedensel gelişimin yanı sıra ruhsal ve psikolojik değişimler de yaşanıyor. Dolayısıyla hem aile için hem de kişi için sancılı bir süreç oluyor. Dünyada 18 yaş sendromu ergenliğin dışında bir anlam daha taşıyor. 18 yaş reşit olmak, üniversite için aileden uzaklaşmak ve artık kendi ayakları üzerinde durma zorunluluğu demek. Bizde çok daha sonraları yaşanan bu endişe özellikle Avrupa toplumlarında 18 yaşında baş gösteriyor.
24 yaş: Üniversite, askerlik derken hem iş hem de eş dönemi başlıyor. Bu yüzden 20'li yaşlar özellikle de 24 yaşında, işe girme endişesi ve bir düzen oturtabilme isteği, bunları başaramama korkusu bir arada yaşanır. Bol sivilceli ve stresli bir sendromdur.
30 yaş: İçinde bulunduğumuz zamana has bir sendrom olmakla birlikte detayları haberimizde yer alıyor.
35 yaş: Malum, ömrün yarısı anlamına geliyor. Artık amca-teyze-dayı tanımlamalarını daha çok duymaya başladığınız bir dönem olduğu için, hayatın sonuna yaklaşıldığı için hüzünlü bir ruh halidir 35 yaşına girmek.
40 yaş: Özellikle erkekler için riskli bir yaş sınırı. Çünkü Prof. Dr. Osman Müftüoğlu'na göre bu yaştan sonrası iç sorgulamaların ve hesaplaşmaların yoğunlaştığı, ilişkilerin hoyratlaştığı yeni bir zaman dilimi haline gelebiliyormuş. Tabii bu sendroma erkekler kadar kadınlar da kapılabiliyor. Gençlik yılları hatırlanıp "Nerede kalmıştık?" diyerek hem imajda, hem hal ve tavırda hem de yaşam şeklinde olmadık değişimlere gidilebilir. Yakın çevresini şaşırtacak cinsten her türlü radikal değişimler olabilir bunlar. Kadınlar için bu yaşlar menopozun başlangıç evreleridir. Onlar da ergenlik dönemindeki psikolojik buhranların yeniden yaşayabiliyor.
50 yaş: Erkekler için fiziksel değişimlerin başladığı yıllar. Orta yaş sendromu olarak da tanımlanan bu süreçte erkeklerde ve kadınlarda kronik ağrılar, yorgunluk, depresyon, sinirlilik, öfke gibi durumlar baş gösterebiliyor. Aslında daha önceki nesillerde bu yaşlar bilgelik yaşlarıydı. Aileyi ayakta tutan bağ olan, çocuklara ve torunlara hayat dersleri verilen çağlardı. Ama günümüzde gerek sosyal yapının değişmesi gerekse hormonal dengelerin bozulması sebebiyle bu dönemler hem kişi için hem de yakın çevresi için sendromlu geçiyor.
70 yaş: Buna daha çok "yaş yetmiş iş bitmiş" sendromu diyorlar. Ama anti-aging akımıyla 70 yaşında dinç insanlarla karşılaşıyoruz. Beden iyice eskimiş olabilir ama mühim olan, ruhun genç kalması. Eğer daha önceki sendromları sorunsuz atlattıysa 70 yaşına ulaşanları bedensel hastalıklarının dışında bir şey kolay kolay yıkamıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder