28 Ocak 2010 Perşembe

GEN MÜHENDİSLİĞİ BİYOTEKNOLOJİSİ VE İNSAN SAĞLIĞI

FRANKEŞTAYN'IN GÖZLERİNİN İÇİ Mİ GÜLÜYOR NE?

Dr. Kenan Ateş / Londra

Her ne kadar henüz bizde gündeme gelmemiş olsa da, son yıllarda giderek artan ölçüde, özellikle ABD ve İngiltere'de belirginleşmek üzere, batılı kapitalist ülkelerde kamuoyunun gündeminde oldukça önemli bir sorun yer alıyor. Sorun, insan sağlığını hem günümüzde hem de gelecekte ciddi biçimde etkileyecek olan, genetik yapıları değiştirilmiş yiyecekler sorunu. Hükümetler ve çokuluslu tekellerin alabildiğince engelleme çabalarına karşın konu birkaç yıldan bu yana gündemden inmiyor. Konu öylesine güncelliğini koruyor ki, geçtiğimiz haftalarda ABD'nin Seattle kentinde yapılan Dünya Ticaret Örgütü (WTO) zirve toplantısını protesto gösteri ve toplantılarında bile değişik biçimlerde gündeme getirildi; üstelik yalnızca gündeme getirilmekle kalınmadı, gündemin oldukça önemli bir yanını da oluşturdu.

Bugün batılı kapitalist ülkelerde -özellikle de ABD ve İngiltere'de- yiyecek satılan süpermarket zincirlerinin neredeyse tümünde yan yana iki ayrı yiyecek reyonu bulunuyor: Birinde, 'organik' diye adlandırılan yiyecekler (doğal yoldan yetiştirilmiş yiyecekler) diğerinde ise üzerlerinde bir şey belirtilmeyen ve kısaca GM (Genetically Modified/Genetik yoldan değiştirilmiş) yiyecekler denilen genetik kodu değiştirilerek üretilmiş yiyecekler satılıyor. Kimi çevrelerin "Frankeştayn yiyecekleri" de dedikleri genetik değişikliğe uğratılmış yiyecekler kapsamında domatesten salatalığa, dondurma ve çikolatadan ete, ekmekten süt ve yumurtaya kadar neredeyse her türlü yiyecek yer alıyor. İki tür yiyecek olunca kuşkusuz iki ayrı da fiyat bulunuyor. Örneğin organik domatesin etiketinde oldukça yüksek bir rakam gözlenirken, etiketinde nasıl yetiştirildiği belirtilmeyen domatesin (genetik kodu değiştirilerek yetiştirilmiş, insanda ne tür etki yapacağı test edilmemiş, gen mühendisliği ürünü domates) üzerinde ise diğerine oranla daha ucuz bir fiyat göze çarpıyor. Sonuçta iki fiyat ve iki ayrı tür ortaya çıkıyor: Doğal ama pahalı olan ile ne idüğü belirsiz ama diğerine göre ucuz olan. Böyle olunca, ekolojik denge, insan sağlığı ve geleceği bakımından çok ciddi tehlikeler taşıyan ucuz olana bir akın başlıyor. Bilim çevrelerinin sürekli karşı çıkmalarına rağmen hükümet ve çokuluslu tekel sözcüleri bu yiyeceklerin sağlık açısından tehlike taşımadığını anons edip duruyorlar. Bu durumda işin aslının ne olduğunu irdeleme zorunluluğu doğuyor.

Bu yazımızda işte bu konuyu inceleyeceğiz. Konunun diğer yanlarını ise başka yazılarımızda ele almaya çalışacağız.

Ancak konu, teknik yanlar da içerdiğinden, çok genel hatlarıyla da olsa, belli bir teknik bilgi edinmeyi gerektiriyor. Konunun yabancısı okur bu bilgiyi edinmediği durumda -gayet doğaldır- tartışmayı izlemekte zorlanacaktır. Bu nedenle, konuyu ele almaya başlamadan önce, genetik, gen mühendisliği ve bazı gen mühendisliği teknikleri hakkında -elden geldiğince basitleştirerek-, mümkün olduğunca kısa ve genel bir teknik bilgi vereceğiz. Konuyu ele almaya bu kısa bilginin ardından girişeceğiz.

GENETİK VE GEN MÜHENDİSLİĞİ

Tek hücreli organizmalardan trilyonlarca hücreli insana kadar bütün canlılar hücrelerden oluşurlar. Hücrelerin içinde çekirdek, onların da içinde 'kromozom' denilen ikili parçacıklar halinde kalıtımdan sorumlu çok uzun, dev bir molekül yer alır. Bu dev moleküle DNA (DeoksiriboNükleikAsit) adı verilir. Kısaca A, G, C ve T harfleri ile gösterilen Adenin (A), Guanin (G), Sitozin (C) ve Timin (T) bazları kendi eşleriyle karşı karşıya gelmek üzere alt alta sıralanarak (örneğin, 23 çift ya da 46 tek kromozomdan oluşan insan DNA'sında 3 milyar baz art arda sıralanır) çift sarmal yapılı DNA'yı oluştururlar. Her ne kadar, sürekli hareket halinde olduğu için mekanik bir benzetme doğru olmasa da, DNA'yı yine de dolana dolana bulutlara kadar yükselen 3 milyar basamaklı merdiveni olan bir gökdelene benzetebiliriz. DNA üzerindeki "harfler" (bazlar) yer yer, birkaç taneden, birkaç yüz hatta birkaç bin taneye kadar anlamlı gruplaşmalar yaparlar. Bu gruplaşmaların her birine 'gen' adı verilir. DNA üzerinde bu biçimde 100 bine yakın gen olduğu tahmin edilmektedir. Bir canlı DNA'sının gen sıralanmasının tümüne birden o canlının 'genom'u adı verilir. Kalıtım bilgisi bu genler ve genom aracılığı ile taşınır. Ancak bu genom değişmez ve stabil değil, aksine çevre koşulları ve zamana bağlı olarak değişebilme özelliğine sahiptir. Canlıların evrimi de zaten bu özellik sonucu mümkün olur. Hücrelerde DNA'nın dışında bir de, ona oldukça benzeyen ve RNA (RiboNükleikAsit) adı verilen başka bir molekül yer alır. RNA, DNA'nın aksine çekirdeğin dışında, hücre stoplazması içinde dolanır, DNA gibi ikili değil teklidir ve ondan daha kısadır.

Büyüme evresinde kromozomlar halinde bulunan DNA, adeta bir fermuar gibi boydan boya ortadan ikiye ayrılarak açılır. Açılmış DNA kolundaki her bir bazın karşısına, eş bazlar gelerek bir kopyası çıkarılır. Bu kopyalar, farklı RNA tiplerinin devreye girmesiyle değişik mekanizmalar yoluyla çekirdek dışına ve protein sentezini yapacak RNA'ya taşınırlar. RNA değişik enzimler ve aminoasitleri kullanıp protein sentezi yoluyla proteinleri oluşturur. Buradan da daha birçok etken ve mekanizmanın devreye girmesiyle, organel ve organlar, vücudun değişik yapıları ve giderek bütün organizma ortaya çıkar. Bu süreçte, DNA ve genlerinden organların ve bir bütün yapının oluşumuna dek; tek tek her biri bir diğerini ve toplam olarak tüm yapıdaki süreç -çevre dahil-, içsel ve dışsal etkenlerin hepsi, karşılıklı olarak birbirlerini etkilerler.

Döllenme sırasında, erkek ve dişi üreme hücrelerinden (insan ve hayvanda sperm ve yumurta, bitkilerde polen ve ovum) gelen DNA parçalarındaki değişik bölümler yerlerinden koparak çapraz yolla yeni oluşan canlı DNA'sının değişik bölümlerine yapışırlar. Yeni oluşan dölün DNA'sında hem erkek (insanda baba) hem de dişi (anne) DNA'sından bölümler yer alır. Bu yüzdendir ki, insan örneğini ele alırsak, çocuk hem annesine, hem de babasına benzeyen özellikler taşır. Ancak yeni DNA, erkek ve dişi DNA'larının matematiksel toplamı değildir; ikisinin dışında farklı özellikler de taşıyan artık yepyeni bir DNA'dır.

Gen mühendisliği teknikleri, işte bu, DNA'nın değişik bölümlerinin yerlerinden koparak yeni DNA'da başka yerlere yapışma (çapraz geçiş) özelliğinden yola çıkılarak uygulamaya sokulmuş tekniklerdir. Bu yolla, herhangi bir canlıya ait DNA'nın bir ya da birden fazla parçasının yerinden koparılıp yapay yollarla başka bir canlının genomuna sokulup eklenmesi ile oluşturulmuş yeni DNA'ya "Rekombinant DNA", bu amaçla kullanılan tekniklere de "Rekombinant DNA Teknikleri" adı verilir. Değişik canlı türlerinin DNA'larına, bu "Rekombinant DNA Teknikleri" kullanılarak laboratuvarda yeni özellikler eklenir. Böylece yeni yeni türler ortaya çıkarılır. Gen mühendisliği biyoteknolojisinde yapılan da budur. Genetik yapı üzerinde değişikliklerin yapıldığı genetik biliminin bu dalına "gen mühendisliği", yeni teknolojiye de "biyoteknoloji" ya da "gen mühendisliği biyoteknolojisi" denilir. Gen mühendisliği biyoteknolojisi, tek hücrelilerden çok hücrelilere, bitkilerden insan dahil hayvanlara kadar bütün canlı yaşam biçimleri üzerinde uygulanabilir.

Gen mühendisliği biyoteknolojisi yoluyla daha ince kabuklu ve az çekirdekli, daha az sulu domatesten, daha çabuk büyüyen domuz, daha fazla süt veren inek ya da koyun, orijinal ağırlığının 13 katına kadar çıkabilen yeni sombalığı; ya da genomuna, kutupların buzlu sularında yaşayan balıklardan alınma donmaya karşı antifiriz özelliği taşıyan genler eklenerek don altında yetişebilen patates ya da çileğe; veyahut yapay kan, insülin üreten bakteriler, insan 8. faktör'ü üreten fareler, insan büyüme hormonu ya da insan sütü üreten sığırlar, plastik ya da ipek üreten bitkilere kadar bazı özellikleriyle benzerlerinden oldukça farklı, yepyeni canlı ve elbetteki yiyecek türleri üretiliyor ya da üretilmesine çalışılıyor.

KASAP VEJETARYENLERE KATILIR MI?

Gen mühendisliği biyoteknolojisi ile ilgili bazı konuları şimdi ele alabiliriz.

Biyoteknoloji tekelleri ve bunları her yönüyle destekleyen ABD gibi ülkelerin ilgili kurumlarının, genetik yapısı değiştirilmiş yiyeceklerin yasaklanmasını isteyen kesimlere karşı çıkışları esas olarak iki başlık altında toplanmaktadır:

1- Dünya halklarının büyük bir kısmı büyük açlık ve yoksulluk içindedir ve dünya nüfusu giderek artmaktadır. Mevcut topraklar dünya nüfusunu doyurmaya yetmemektedir. Daha şimdiden dünyayı doyuramayan tarım alanları ve klasik tarım yöntemleri yakın gelecekte tümüyle yetersiz kalacaklardır. Genetik kodları değiştirilmiş biyoteknoloji ürünü yiyecekler dünya halklarını ve açlık çeken geniş kitleleri doyurmakta tek çözüm yoludur; biyoteknolojik yiyecekler bu açlık ve yoksulluğu gidermek için üretilmektedir.

2- Bu yiyecekler ve öteki biyoteknoloji ürünleri insan sağlığı ve gelecek kuşaklar için bir tehlike ya da olumsuz yan etki taşımamaktadırlar. Yiyecekler güvenlidir.

Bu iki iddiayı kısaca ele alalım:

İddialardan birincisinin gerçekle hiçbir ilintisi yoktur. Bugün, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, OECD gibi emperyalist kapitalist dünyanın gözde kurumlarının verileri bunun tam aksini göstermekte, bütün olgu ve veriler bu iddianın koca bir yalandan ve kaba bir göz boyama çabasından ibaret olduğunu ortaya koymaktadır.

Dünyada açlık sınırı altında yaşayan insan sayısının her geçen gün giderek artmakta olduğu, bugün bu sayının 840 milyonu aştığı, 80 ülkede kişi başına düşen gelirin 10 yıl öncesinin altına düştüğü durumda tekellerin kârlarının muazzam rakamlara ulaştığı gerçeği karşısında bu iddiaya inanmak mümkün değildir. Monsanto, DuPond ve Ciba-Geigy/Novartis gibi ilaç, kimya ve biyoteknoloji tekellerinin, genetik kodu değiştirilmiş yiyecek üretmek için topraklarını ele geçirdiği Hindistan, Brezilya, Mısır ve öteki birçok geri ve bağımlı ülkelerde tarımı nasıl çökerttiği, köylülüğü nasıl yoksulluk ve yıkıma sürüklediği gazetelerin günlük haberleri arasındadır. Bırakalım geri ve bağımlı ülkeleri, gen mühendisliği ürünü yiyeceklerin en fazla üretilip tüketildiği ülkelerden ABD'de halkın giderek yoksullaşmakta olduğu bir gerçektir. ABD'de gelirler arasındaki uçurum son 10 yılda daha da artmıştır. Bugün ABD nüfusunun 100 milyonluk bölümünün toplam geliri tepedeki yüzde 1'lik bölümden daha aşağı düşmüştür. Öte yandan batılı kapitalist ülke süpermarketlerinde satılan genetik kodu değiştirilmiş yiyeceklerin fiyatları hiç de ucuzlatılmamış, aksine doğal yoldan yetiştirilmiş "organik" yiyeceklerin fiyatları artırılmıştır. Bu konuda uzun boylu veri sıralamaya hiç gerek yok; gazete ve dergilerin ekonomi sayfalarındaki rakamlar, çıplak gözle görülen günlük olaylar bu iddianın aksini ortaya koymaktadır. İddia edilenin aksine amaç, daha fazla insanı, milyonlarca emekçiyi çok daha büyük açlık ve yıkıma sürükleyerek emperyalist tekellerin daha fazla kâr elde etmesini ve dünya tarımı ile tarım alanlarının tümüyle ele geçirilmesini sağlamaktır.

Açlık ve yoksulluğun kaynağı toprakların yetersizliği değildir. Mevcut tarım alanları ve doğal kaynaklar, dünya nüfusunu doyurmaya yetmektedir ve daha uzun bir süre de yetecek durumdadır. Açlık ve yoksulluğun yaratıcısı, varlığı emek sömürüsü üzerine kurulu tekelci kapitalizmdir. Açlık ve yoksulluğun bizzat yaratıcısı onu ortadan kaldıramaz.

Kuşkusuz, tekellerin daha fazla kâr etmesi değil de, doğa, ekolojik denge ve insan sağlığı gözetilip insanın ihtiyaçlarını karşılama, mutluluğu ve yaşamını kolaylaştırıp güzelleştirme amaçlandığında genetikte erişilen bugünkü bilgi birikimi ve mevcut biyoteknolojinin insanlık açısından hayal bile edilemeyecek bir potansiyel taşıdığı ve devasa olanaklar içerdiği tartışılmaz bir gerçektir. Ancak, insana değer vermediğini her koşulda gösteren kapitalizm bunu gerçekleştirebilir mi? Her şeyin çıkar ve daha fazla kâr üzerine kurulu olduğu bir sistemden bunu yerine getirmesini ve biyoteknolojinin bu potansiyel ve olanaklarını kullanmasını beklemek biraz fazla saflık değil midir?

İkinci iddiayı biraz daha geniş ele almak gerekiyor.

GEN MÜHENDİSLİĞİ YİYECEKLERİ: POTANSİYEL ALLERJENLER

Önemli sayıda insanın, yiyeceklerden çimene kadar değişebilen değişik allerjenlere karşı allerjisi vardır. Örneğin her dört Amerikalıdan birinin bir ya da daha fazla yiyeceğe karşı allerjisi bulunmaktadır. Allerji yapan yiyecekler yumurtadan fındığa, çikolatadan süt ürünlerine kadar çeşitlenebilirler

Bütün yiyecekler hücrenin temel yapı taşlarından olan protein içerirler. Belirli proteinlere allerjisi olanlar bu proteinleri içeren yiyecekleri yediklerinde hafif kaşıntılı durumlardan egzama'ya, astma'dan anafilaktik şok'a kadar, hafif rahatsızlıklardan ciddi hastalıklara, hatta ölüme varabilen allerjik reaksiyonlarla karşılaşabilirler. Yukarıda gen mühendisliği tekniklerini anlattığımızda, bir canlı organizma türünün genomundan alınan bir ya da birkaç genin başka bir canlı türünün genomuna eklenerek ona yeni özellikler kazandırıldığını açıklamıştık. Bu gen nakli yeni proteinlerin üretimi ile sonuçlanır. Üretilen yeni proteinler de allerjik reaksiyonlara neden olabilirler. Bu durumda, daha önce o yiyeceğe karşı allerjisi olmayan kişiler yeni yiyeceği yediklerinde ciddi allerjik reaksiyonlarla karşılaşabilirler. Yeni yiyeceği üreten organizmaya eklenen genler, eğer örneğin Brezilya fındığı gibi allerjik reaksiyonlara neden olan proteinler üreten bir organizmadan alınmışlarsa bu durum kaçınılmaz olur.

Somut örnekler de tam bunu göstermektedir. Bir örnek verelim: Pioneer Hi-Bred International adlı ABD'li bir biyoteknoloji şirketi, Brezilya fındığından aldığı genleri ekleyerek soya fasulyesinin yeni bir türünü üretti. Amaç, soya fasülyesine yeni özellikler kazandırmaktı. ABD Nebraska Üniversitesindeki araştırmacılar Brezilya fındığına allerjisi olan kişilerin kan serumu örnekleri üzerinde bu fasulyeden yapılma yiyeceklerle ilgili testler yaptılar. Test sonuçları bu yiyecekleri yiyecek Brezilya fındığına allerjili kişilerde ölümle sonlanabilecek reaksiyonlar ortaya çıktığını gösterdi.

Yine, İngiltere'de Leicester Üniversitesindeki araştırmacıların gösterdiği gibi, arıların, genetik kodu değiştirilmiş bitki polenlerinden toplayarak yaptıkları ballarda da allerjenler saptandı. Genetik yapısı değiştirilmiş polenlerin bu balı yiyen kişilerde allerjik reaksiyonlara yol açtığı ortaya konuldu. Örnekleri çoğaltmak mümkün.

Özellikle ileri kapitalist ülkelerde son yıllarda allerjilerde hızlı bir artış gözlenmektedir. Örneğin astma vakalarında yüzde 30'lara varan bir artış ortaya çıkmıştır; deri reaksiyonlarında ise 1970'lerle kıyaslandığında vaka sayısı ikiye katlanmıştır.

GEN MÜHENDİSLİĞİ YİYECEKLERİ FELAKET TAŞIYOR

Bazı canlı organizmalar bakteri saldırılarına karşı durabilmek için antibiyotik üretirler. Antibiyotik ilaçlar da zaten bu organizmalardan üretilmişlerdir. Biyoteknoloji tekelleri yeni genler ekledikleri bitki türlerinin hastalanmasını önlemek ve ilaçlama masrafından kurtulmak için antibiyotik üreten organizmaların bu genlerini izole edip yeni bitkiye aktarmaktadırlar. Bununla da kalmamakta ve tavuk, domuz, sığır gibi hayvanlara antibiyotik eklenmiş bazı yiyecekler yedirmektedirler. Örneğin Calgene tekelinin ürettiği "Flavr Savr" adı verilmiş domatesin "Kanamycin" ve "Neomycin", Ciba-Geigy/Novartis tekelinin ürettiği mısır bitkisinin ise "Ampicillin" içerdiği saptanmıştır. Bu domates, mısır, yumurta, tavuk, domuz ya da sığır etlerinden yiyen insanlar farkında olmadan, azar miktarlarda alındığında hiçbir tedavi değeri olmayan bu antibiyotiklerden almaktadırlar. Bitki böcekleri ya da haşarelerine karşı toksinler üreten genler eklenmiş yiyeceklerden yiyenler beraberinde bu zehirli toksinleri de almaktadırlar. Sonuçta çeşitli bakteriler bu antibiyotikleri tanımakta ve onlara karşı direnç oluşturmaktadır. İngiltere'de yapılan bir çalışma, hastane enfeksiyonlarına yol açarak her yıl trafik kazalarında ölenlerden daha fazla insanı öldüren "Staphylococcus aerus" bakterisinin neredeyse bilinen bütün antibiyotiklere dirençli hale gelmiş olduğunu gösterdi. Aynı biçimde, "E. Coli" ve "Salmonella Tphimurium" gibi bakterilerin de bilinen antibiyotiklerin çoğuna önemli ölçülerde direnç kazanmış oldukları görüldü. Bugün giderek, düşünülmesi bile korkunç bir durum ortaya çıkmaktadır. Antibiyotikler her gün bakterilere karşı biraz daha etkisiz hale gelmektedirler. Böyle giderse, insanlık ve insan sağlığı için büyük bir kazanım olan antibiyotikleri -artık bir değeri kalmamış olacağından- tedavi şemalarından çıkarmak gerekecektir. Bu ise bir felaket olacaktır.

Tehlike yalnızca allerjik reaksiyon artışı ve antibiyotiklerin etkisizleşmesi ile de sınırlı değildir. Tehlike çok daha büyük boyutlardadır.

Bir canlı DNA'sının parçalarını, oluşturulacak yeni canlının genomuna taşımak için çoğunlukla, bazı bakteri ve virüs türleri kullanılır, ya da bu yolla yeni bakteriler üretilir. Bakteri ve virüsler kullanılarak gen parçaları yeni DNA'ya taşınırken, bu arada, o bakteri ya da virüs de o yeni türe aktarılır ve yeni canlının bağışıklık sistemi o bakteri ya da virüsü düşman olarak tanımaktan vazgeçip karşı bir tepkide bulunmaz. Bu şekilde üretilmiş yiyeceklerden yiyenler doğrudan o bakteri ya da virüsleri ve onların yol açacağı hastalıkları da peşin peşin almış olurlar.

Bir örnek de buna verelim: 1989'da Showa Denko adlı bir şirket ABD'de "L-Tryptophan" adını verdiği genetik yapısı değiştirilmiş yeni bir yiyecek katkı maddesini piyasaya sürdü. Yeni ürünün yapımında gen mühendisliği ürünü bir bakteri kullanılmıştı. Ürünün piyasaya verilmesinden kısa bir süre sonra şikayetler hızla arttı. Genetik yapısı değiştirilmiş yiyeceklerin üzerinde, böyle olduklarını bildiren bir etiket olmadığından o yiyeceklerden herkes yemişti. Kamuoyundan yükselen baskılar üzerine incelemeler başladı ve yeni ürünün 5 bin kişide ciddi hastalık yaratmış olduğu görüldü. Bu katkı maddesi, "Eozinofilli Miyalji Sendromu (EMS)" adı verilen bir kas hastalığına yol açıyordu. Rapor açıklandığında yeni hastalıktan 37 kişinin ölmüş olduğu, 1.500 kişinin de felç, kronik nörolojik problemler, ağrılı yutma ve deri şikayetleri, kalp rahatsızlıkları, ışığa duyarlılık ve otoimmün bozuklukların da aralarında yer aldığı ciddi hastalıklara yakalanmış olduğu anlaşıldı. Şirket "L-Tryptophan" bakterisini hemen yok etti. Bu yüzden hastalığa karşı tedavi geliştirebilmek için bakteri üzerinde daha fazla çalışma yapma olanağı kalmadı.

Burada sıraladıklarımız, genetik yapısı değiştirilmiş yiyeceklerin insan sağlığına verdiği zararın yalnızca bir kısmı. Ancak tehlikenin boyutlarını göstermeye sanırız bu kadarı yeter.

Görüldüğü gibi, çokuluslu emperyalist tekeller daha fazla kâr uğruna insanlığı bir felakete sürüklüyorlar. Ürettikleri ne idüğü belirsiz yeni yiyecekleri, insanda ne gibi olumsuz etkilere yol açacaklarını test etmeden, üstelik üzerlerine genetik yapısının değiştirilmiş olduğunu belirten bir etiket bile koymadan alelacele piyasaya sürüyorlar. Apar topar bir test yapılmış olsa bile bazı etkilerin uzun yıllar sonra ortaya çıkabilme gerçeği karşısında bu testlerin fazla bir değeri de kalmıyor. Açık ki, insan ve sağlığı, gözleri paradan başka bir şey görmeyen tekellerin hiç de umurunda değil. Batının emperyalist kapitalist ülke hükümetlerinin tutumu ise bundan farklı değil. Bu ülkelerde bu tekelleri ve yiyeceklerini denetleyecek bir kurum bulunmuyor. Olan bazı göstermelik kurumlarda çalışan uzman ve "bilim adamları" ise ya doğrudan bu tekellerin adamları ya da bu tekellerle çok sıkı çıkar ilişkileri içindeler. Böyle olunca, İngiltere'de bu kurumların BSE-Deli Dana Hastalığını, Belçika'da tüberkülozlu sığır etini ve Fransa'da yabancı madde karışmış Coca Cola'yı saklamak için niçin bu kadar çaba harcadıkları ya da Türkiye'de radyasyonlu çayları televizyon ekranlarından niçin içtikleri daha iyi anlaşılıyor. Görülen o ki, insanlar daha fazla paradan başka bir şey düşünmeyen emperyalist tekellerin insafına bırakılmışlar.

Karl Marx'ın çok yerinde tanımlamasıyla "bütün gözeneklerinden kan ve pislik damlayarak gelen" vahşi kapitalizmin artık insanlığa felaketten başka verecek bir şeyi kalmamıştır. Bu yüzden insanlığın kurtuluşu ancak emperyalist kapitalizmin ortadan kaldırılmasıyla mümkündür, başka da yolu yoktur.


KAYNAKLAR

1. Jeremy Rifkin, Biotech Century, Tarcher and Putnam, 1998, New York/ABD.
2. Luke Anderson, Genetic Engineering, Food, and Our Environment, Green Books, 1999, Dartington/İngiltere.
3. Moyra Bremner, GE: Genetic Engineering and You, Herper Collins Publishers, 1999, Londra/İngiltere.
4. Stephen Nottingham, Eat Your Genes, Zed Books, 1999, New York/ABD, Londra/İngiltere.
5. Enzo Russo/David Cove, Genetic Engineering, Dreams and Nightmares, Oxford University Press, 1998, Oxford/İngiltere, New York/ABD, Tokyo/Japonya.
6. Mae-Wan Ho, Genetic Engineering, Dream or Nightmare, Gateway Books, 1998, Bath/İngiltere.
7. Nurettin Başaran, Tıbbi Genetik Ders Kitabı, Bilim Teknik Yayınevi, 1996, Eskişehir/Türkiye.
8. Tom Strachan/Andrew P. Read, Human Molecular Genetics, Bios Scientific Publishers, 1997, Oxford/İngiltere.
9. Resurgence dergisi, sayı 188, Mayıs-Haziran 1998, Devon/İngiltere.
10. The Ecologist dergisi, cilt 28, sayı 5, Eylül-Ekim 1998, Londra/İngiltere.

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi